Gılgamış Destanı 9. Tablet


Gılgamış Bozkırda acı gözyaşları döküyordu dostu Enkidu için,

"Ölmeyecek miyim ben de, Enkidu'ya benzemeyecek miyim ben de?

Bir kaygı kemiriyor içimi, ölüm korkusudur beni bozkırda koşturan,

İyisi mi gidip Utanapişti'yi, UbarTutu'nun oğlunu bulayım."

Gece Dağın geçitlerine varınca Aslanlar gördü ve korktu,

( Dağ; Tapınak, alim anlamındadır, yani tanrıya ulaşan geçitlerden söz ediliyor. )

Ama başını göğe doğru kaldırarak Tanrı Sin'e yakarmaya başladı,

Ve yakarışları Tanrıçaların en büyüğüne yöneldi,

"Sağ salim kurtarın beni bu korkudan,"

Aynı gece birdenbire uyandı uykusundan,

( Otuz satır kırık, okunamıyor. Okunabilen kesik kesik sözcükler ve kısa cümleler var...)

Rüyasında..

...'lar

Vur patlasın çal oynasın yaşıyorlardı,

Yanındaki baltasına sarıldı vurmak için,

Ve kılıcını kınından çıkarıp Ok gibi daldı aralarına,

...'e vuruyordu ve kayboluyordu gözden,

İkiz Dağlardı bu Dağ'ın adı,

Dorukları Gök kubbeye değen ve etekleri Cehennem'e ulaşan,

Doğan Güneş'in koruyucusu İkiz Dağlar'a vardığında,

("İkiz Dağlar" sözcüğü aklıma bir hadis getiriyor. Hz. Muhammet diyordu ki; "Güneş şeytanın iki boynuzu arasından doğar." Güneşin aralarından doğduğu bu ikiz tepelerin gündüz ile gece veya karanlık ile aydınlık veya ilim ile cehalet olduğunu düşünüyorum. Bu kavramlar Kuran’ın en sık söz ettiği kavramların başında geliyor. )

İnsan Akrepler nöbet tutuyordu Giriş kapısında,

Tüyler ürperticiydi görünüşleri, Ölüm yayılıyordu bedenlerinden,

Dehşet verici olağanüstü parıltıları kaplıyordu bu Dağları,

Doğan Güneş' i batıncaya kadar korumak için duruyorlardı orada,

Onları görür görmez korku ve dehşet kapladı Gılgamış'ın yüzünü,

Fakat karar verip yaklaştı onlara.

Ve Erkek Akrep seslendi Dişisi'ne; "Olağanüstü bir kişidir bize yaklaşan,"

Ve Dişisi cevapladı onu; "Üçte ikisi tanrı ve üçte biri insan,"

Bunun üzerine Erkek Akrep açtı ağzını ve şöyle dedi Tanrılar oğluna;

"Niçin aştın bunca uzun yolu, niçin geldin bizi bulmaya,

Aşılması böylesine güç Dağları aşarak?

Bilmek isterim yolculuğunun sebeplerini,"

( Otuz satır kırık, okunamıyor..) 

"Bulmak için geldim Tanrıların Yüce Katı'na kabul edilmiş,

Ve sonsuz hayata kavuşmuş Ulu Utanapişti'yi,

Sorular sormak istiyorum Ona, Ölüme ve Hayata dair."

Erkek Akrep açtı ağzını söze başladı ve şöyle dedi Gılgamış'a;

"Bu kadar uzun yolu göze alan kimse yok henüz,

Hiç kimse girmedi henüz bu Dağların geçidine,

On iki Beru (120 km.) boyunca karanlıklar hüküm sürer orada,

En ufak bir ışık yoktur, zifiri karanlıktır orası,

Güneş'in doğduğu yerden Güneş'in battığı yere,

Ve ışınlarının sızdığı yere kadar,"

( Otuz satır kırık, okunamıyor...)

"Yüreğime çöreklenmiş bir umutsuzluk itiyor beni,

Dondurucu soğuğa ve kızgın sıcağa rağmen,

Yorgunluklara rağmen şimdi sonuna kadar gideceğim."

Bunun üzerine Erkek Akrep cevapladı onu, dedi Kral Gılgamış'a;

"Mademki böyle, durma git Gılgamış Güneşe,

Gir İkiz Dağların içine, aş dağları geçitleri,

Adımların amaca sağ salim götürsün seni,

Bu Dağların Büyük Kapısı ardına kadar açık sana."

Gılgamış duyunca bu konuşmayı,

Boyun eğdi Erkek Akrep'in dediklerine,

Ve vurdu kendini Güneş'in yoluna,

Bir Beru (10 km.) yol aldığında,

Zifiri karanlıktı her şey, en ufak bir ışık yoktu,

Hiçbir şey göremiyordu, ne önünde ne ardında,

İki Beru (20 km.) yol aldığında,

( Yirmi satır kırık, okunamıyor..) 


( Bottero bu bölümde Gılgarnış’ın tanrılardan yardım dilediğini veya yoldan geri dönme niyetinden söz edildiğini düşünüyor.)

Dört Beru (40 km.) yol aldığında,

Zifiri karanlıktı her şey, en ufak bir ışık yoktu,

Hiçbir şey göremiyordu, ne önünde ne ardında,

Beş Beru (50 km.) yol aldığında,

Zifiri karanlıktı her şey, en ufak bir ışık yoktu,

Hiçbir şey göremiyordu, ne önünde ne ardında,

Altı Beru (60 km.) yol aldığında,

Zifiri karanlıktı her şey, en ufak bir ışık yoktu,

Hiçbir şey göremiyordu, ne önünde ne ardında,

Yedi Beru (70 km.) yol aldığında,

Zifiri karanlıktı her şey, en ufak bir ışık yoktu,

Hiçbir şey göremiyordu, ne önünde ne ardında,

Sekiz Beru (80 km.) yol aldığında,

Bağırmaya başladı,

Zifiri karanlıktı her şey, en ufak bir ışık yoktu,

Hiçbir şey göremiyordu, ne önünde ne ardında,

Dokuz Beru (90 km.) yol aldığında,

Bir Kuzey rüzgârı hissetti, yüzü güldü,

Ancak yine zifiri karanlıktı her şey, en ufak bir ışık yoktu,

Hiçbir şey göremiyordu, ne önünde ne ardında,

On Beru (100 km.) yol aldığında,

Yaklaşmıştı son iki Beru’ya,

On bir Beru (110 km.) yol aldığında,

Güneşin ışığı göründü,

On iki Beru (120 km.) yol aldığında,

Apaydınlık oldu her şey,

Böylece ilerledi Değerli Taş Ağaçları Bahçesi'ne,

Meyveye durmuştu Kırmızı Akik, göz kamaştırıcı salkımlarıyla,

Yaprakları meyvelerle donanmış Lacivert Taşı Ağacı'nın,

Doyum olmuyordu seyrine,

( Yirmi beş satır kırık, okunamıyor...) 


( Bottero bu satırlarda Sihirli Cennet Bahçesi'nin tasvirinin devam ettiğini düşünüyor. )

Sedirler, siyah damarlı beyaz Taştandı,

Deniz İncisi, Sasu Taşlarla bezenmişti,

Böğürtlenler, dikenler bürümüştü An.za.gul.me Taşı'nı,

Keçiboynuzu Ağacı, Yeşil Abaşmu Taşlarla kaplıydı,

Akik ve Elmas...

( Dört satır kırık, okunamıyor. Okunabilen tek sözcük,"Firuze".)

Ve Gılgamış, bu harikalar arasında dolaşırken,

Güneş'e doğru baktı.

( Cennet bahçelerini anlatan bu satırlar sonraki yüzyıllarda Tevrat'a şöyle yansımış; " Hez.28: 13 Sen Tanrı'nın bahçesi Aden'deydin. Yakut, topaz, aytaşı, Sarı yakut, oniks, yeşim, Laciverttaşı, firuze, zümrütle, çeşit çeşit değerli taşla bezenmiştin. Kakma ve oyma işlerin hep altındandı. Bunlar yaratıldığın gün hazırlanmışlardı."
Benzer bir anlatımı Kuran'ın Miraç hadisesini anlatan Necm 53/13-17 ayetlerinde de görüyoruz; " Şüphesiz onu başka bir inişinde daha görmüştü, Son derece göz kamaştıran ağaçların yanında. Onun da yanında cennet mekanları, İşte orada ağacı bürüyen bürümüştü, ama ne bürüme.! Fakat bakışları kaymadı ve gerçeğin dışına çıkmadı." )


(Dokuzuncu tabletin sonu)


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder