EZİDİ KİTAPLARI ÖN BİLGİ

Kim bu Ezidiler?

“ Sonunda ona inandılar, bunun üzerine biz de onları bir süre daha geçindirdik. Kuran / Saffat 37/148”

Ayetin “O” dediği Yunus peygamberdir. Hangi yıllarda yaşadığına dair kesin bir bilgi yok. Ancak Musa, Davut ve Süleyman’dan sonra peygamberlik ettiğini yazan Tevrat metinleri doğru kabul edilirse ve Süleyman Tapınağının MÖ 957 yılında inşa edildiği hatırlanırsa, ayetin MÖ 900 ile MÖ 800 yılları arasında Ortadoğu'da yaşanan siyasi gelişmelerden söz ettiği söylenebilir.

Ayetin “Onlar” dediği ise MÖ 1400 - MÖ 612 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren Asurlulardır. Başkentleri Ninova, Kuzey Irak’ta bugünkü Musul kentinin hemen yanı başında sadece bir harabeden ibaret.

Ezidilerin, işte bu Asur krallığından bugüne kalan eski halklardan biri olduğu kabul ediliyor. Daha eskiye giden kökleri bilinmiyor. Asur Krallığının MÖ 612 yılında Medler ve Babillilerin ortak saldırısı sonucu yıkılışına kadar neler yaşadıkları da bilinmiyor, ancak çalkantılı bir coğrafyada tarih boyunca çeşitli saldırılara maruz kaldıkları biliniyor.

Bu saldırılara sırasıyla, MÖ 550 yılında Kral Büyük Kiros’un idaresindeki Pers istilası, MÖ 332 yılında Büyük İskender idaresindeki Grek istilası, MS 117 yılında İmparator Hadrianus idaresindeki Roma istilası ve son olarak MS 640 yılında 2. Halife Ömer bin Hattab idaresindeki Arap istilaları örnek verilebilir.

Elbette bu saydıklarım belli başlı büyük dalgalar. Bunların arasında etnik, dini ve siyasi nedenlerle yaşanan başka münferit saldırılar da var. Araştırmacılar, şeytanı melekleştirdikleri için Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından dışlandıklarını ve çoğu Osmanlı döneminde olmak üzere 73 kez katliama uğradıklarını söylüyorlar.

Bunlardan günümüze en yakın olanları;

1988 yılı Saddam Hüseyin zamanında kimyasal silahların da kullandığı ve 100.000’i aşkın insanın ölümüne yol açan Enfal operasyonu, diğeri 2011 yılında Sincar’da (Şengal) 500 civarında Ezidinin ölümüne yol açan bombalı saldırı, sonuncusu 2014 yılında yine Sincar’da gerçekleştirilen ve 2000 civarında Ezidinin ölümüne yol açan İŞİD saldırılarıdır.

Bu saldırılar hala devam ediyor ve Ağustos 2016 itibariyle savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan 2000 civarında Yezidi Diyarbakır’da mülteci olarak kabul edilmeyi bekliyor.

Çoğunluğu Kürtçe konuşmasına rağmen kendilerini Kürtlüğün üzerinde özel bir ırk olarak tanımlıyorlar. Bugün dünyada 800.000 civarında Ezidi olduğu ve sayıları 600.000’i bulan büyük çoğunluğun hala Musul ve çevresinde yaşadığı söyleniyor. Ancak bazıları zaman içinde savaşlar nedeniyle Suriye, Türkiye, Almanya, Ermenistan, Gürcistan ve Rusya gibi ülkelere göçmüşler.

1970'li yıllara kadar Urfa, Mardin, Diyarbakır illerinde sayıları 80.000'i bulan Türkiye Ezidileri 1980’li yıllarda yurt dışına göç etmeye başlamışlar. 1985 yılında 23.000'e inen sayıları 2007 yılında 377'ye kadar inmiş. Türkiye’den göç edenlerin büyük bir kısmı bugün Almanya'da yaşamaktaymış.

Ezidiler konusunda ciddiye alınacak çok geniş kaynak yok. Ulaşabildiğim kayda değer tek çalışma, Konya Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Ahmet Taşğın’ın, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde iken sunduğu " Yazılı Metinlerde Dini-Sosyal Bir Grubun Serüveni: Türkiye Yezidiler Bibliyografyası" isimli doçentlik tezidir ve şöyle diyor; 


*
" İran ve Mezopotamya’da yaşamış ve yaşayan dinlerin izlerinin ve tesirinin görüldüğü Yezidilik, hem ismi hem de tarihi açısından günümüze kadar tartışıla gelmiştir. Farklı birçok dinin etkisinde nasıl kaldığı, hangi aşamalardan sonra son şeklini aldığı konusu hala aydınlatılmayı beklemektedir. Bu konuda ileri sürülen tezler, dinlerin birleşmesinden ortaya çıkan bu tablonun aydınlatılması üzerine yoğunlaşmıştır.

Yezidiliğin bu isimle anılmasının nedeni de tam olarak ortaya konabilmiş değildir. Konu ile ilgili olarak öne sürülen görüşlerde; Yezd şehriyle ilgili olduğu, Muaviye’nin oğlu Yezid’in ismiyle isimlendirildiği, Yezdan (tanrı) ve Ezd (tanrıya tapan) kelimelerinden türediği söylenmektedir.

Kökenlerinin çok eski olduğu iddia edilse de, Ortadoğu’nun milattan önceki önemli inançlarından Zerdüştlüğe dayandırılsa da, Yezidilik kavramına tarihte ilk olarak 1153 yılında ölen Şehristani’nin 'El Milel ve’n Nihal' isimli eserinde rastlıyoruz.

Yezidilik, kurucusu kabul edilen Adi bin Müsafir ile başlatılmaktadır. Adi bin Müsafir, Şam’ın Baalbek nahiyesinin Beytifar köyünde 1072 yılında doğmuş ve 1162 yılında Irak’ın Sincar şehrinde ölmüştür. Biyografik eserler ile tasavvuf ve tarih kaynaklarında Adi bin Müsafir’den bahsedilmiştir. İstisnasız olarak bu kaynakların hepsi kendisinden övgüyle bahsetmişlerdir.

Adeviye ve Sohbetiye tarikatlarıyla anılan Adi bin Müsafir, büyük bir mutasavvıf ve din bilginidir. Kendisi, Ebu’l Vefa Hulvani, Ahmet Rufai ve Abdülkadir Geylani gibi dönemin büyük mutasavvıfları ve din bilginleriyle görüşmüş, sohbetlerinde bulunmuş, dostluk kurmuş ve güvenlerini kazanmıştır. Adi bin Müsafir’in İslam inançları ve tasavvufu ile ilgili günümüze kadar ulaşan eserleri vardır.

Ancak buna rağmen Adi bin Müsafir dönemi ve sonrası tatmin edici bir şekilde aydınlatılamamıştır. Yezidilik araştırmalarının en büyük sorunlarından biri burada başlamaktadır. İslam kaynaklarında verilen bilgiler ışığında değerlendirildiğinde, Yezidilik ile Adi bin Müsafir arasında ilişki kurmak oldukça zordur. Aslında Yezidiliğin toplama bir yapıya sahip olduğu varsayılmaktadır. Öyle görünüyor ki, ya Adi bin Müsafir’in öteden beri süre gelen sürece tesiri olmamıştır, ya da Yezidilik son şeklini Adi bin Müsafir’den sonra almıştır. Her halde Yezidiliğin aydınlatılamamış olan bu dönemi daha uzun süre araştırmacıların dikkatini çekmeye devam edecektir.

Ülkemizde Yezidiliği ve Yezidileri konulu çalışmaların fazla olduğunu söyleyemeyiz. Yezidilik ve Yezidiler konusu bir bakıma çalışılmayarak göz ardı edilmiştir. Yapılan bu çalışmaların birkaç istisna dışında yeterli olmadığı görülmektedir. Özellikle yaşayan Yezidilik hakkında çalışma hemen hemen yok denecek kadar azdır.

Yezidiler kendi inançlarından olmayanlara karşı kapalı kalmışlardır. Ve çoğu zaman da, bu kapalı tutum dini bir gereklilik şeklinde telakki edilmiş ve öylece de ifa edilmiştir. Birkaç istisna sayılmaz ise, konuya ilgi duyanlar Yezidilik ve Yezidiler hakkında hiçbir neticeye ulaşamamışlardır.

Bununla beraber Yezidi olmayanlar Yezidiliği sapıklık ve Yezidileri sapık olarak kabul etme ön yargısıyla araştırma ihtiyacı duymamışlardır.

Yezidilerin İslam dininden ayrılmış sapık bir topluluk olduğuna dair kanaat, konu hakkında yeterli ve tarafsız bilgi elde etmeye, elde edilen bilgilerin de verilmesine engel olmuştur. Yezidilik ve Yezidiler hakkında verilen bilgiler genellikle eksik, taraflı ve yanlıştır.

Yezidiliğe ve Yezidilere ilginin canlı kalmasını sağlayan önemli bir husus; Hıristiyan ve Müslümanlardan özellikle yöneticiler, seyyahlar ve din adamlarının Yezidileri, “Şeytana Tapanlar” şeklinde isimlendirmiş olmalarıdır. Şeytana Tapanlar şeklindeki isimlendirme, bir teamül haline gelmiş daha sonra konuyla ilgili yayınlarda da bu şekliyle yer almıştır.

Şeytana Tapanlar şeklindeki isimlendirme, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dini ve kutsal kitaplarına dayanmaktadır. Yezidiliğe ve Yezidilere baştan itibaren eksik ve ön yargılı bakmakla nihayet bulan bu yaklaşım, tanımlayıcı metodun bir sonucudur. Bu tanımlayıcı tavır, Yezidiliğin içeriden bir bütün olarak ele alınmasına engel olduğu gibi, yaşayan Yezidiliğin de olduğu gibi anlaşılmasını engellemiştir.

Bazı araştırmalarda konuya ideolojik yaklaşılmakta ve Yezidilik Kürtlerin eski milli dini olarak sunulmaktadır. Bu tür tezler hem çok iddialı, hem de ispatlanması çok güç tezlerdir.

Yezidilik ve Yezidilerle ilgili araştırmalarda Yezidilerin katkıları sağlanamamış, sağlanamadığı gibi çekingen durmalarına ve geri çekilmelerine neden olunmuştur.

Diğer taraftan Yezidiler de kendileri hakkında araştırma yapmamışlardır. Son yıllarda Avrupa’da kurulan Yezidi dernekleri ise, Yezidilik hakkındaki muhtelif yayınlara karşı cevap veya tekzip yazıları yayınlamaktan öteye geçememiştir.

Özellikle Yezidi Emir ve Şeyhlerinin ellerinde bulunan belgeleri açıklamaları araştırmalara önemli bir katkı sağlanacağı gibi, karanlıkta kalan birçok noktanın da açıklığa kavuşmasını sağlayacaktır. Yard. Doç. Dr. Ahmet Taşğın."

*
Sizce Yezidi şeyhleri bir gün ellerindeki belgeleri açıklayacaklar mı..?

Bence hayır, çünkü ortada gösterilecek yazılı bir kitap yok. Yezid zamanında da yoktu, şimdi de yok ve hiçbir zaman da olmadı.

Nedeni şu ki, Yezidiler kırsal alanlarda tarım ve hayvancılıkla geçinen ümmi (okuma yazma bilmez) bir toplumdu ve onlar da Hz. Muhammet gibi bu özellikleriyle gurur duyar, bunu bir saflık ve temizlik ölçüsü olarak görürlerdi. Onlar da bizim gibi okuyanın kâfir olacağını düşünür, geçen zamanın getirdiği teknolojik ve sosyolojik değişimlere direnmeye çalışırlardı. 

Topladığımız veriler, Mushaf-ı Reş ve Kitab’ül Cilve isimli eserlerin Yezid’in ölümünden 400 yıl, hatta 500 yıl sonra kaleme alınan risale türü bireysel eserler olduğunu düşündürüyor. Yazıldıkları tarihte, yazarları tarafından dahi tam olarak bilinmediğini düşünüyorum. Tıpkı, Hz. Muhammet'in en yakınındaki sahabelerin bile Kuran'ı tam anlamıyla bilemedikleri gibi...

Şimdi, sorular sorarak ve sorgulayarak o yıllara doğru yaklaşmaya başlayabiliriz,

Yezidilik hakkındaki ilk yazılı belge hangi tarihte görülmüş?

1153 yılında, Şehristani’nin ‘El Milel ve’n Nihal’ isimli eserinde.

Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi bin Müsafir hangi tarihte yaşamış?

1072 - 1162 yılları arasında.

Şehristani ve Şeyh Adi görüşmüş olabilirler mi?

Bilmiyorum, ama tarihsel olarak mümkün.

Peki, Şehristani adı geçen eserinde Mushaf-ı Reş ve Kitab’ül Cilve isimli kitaplardan söz ediyor mu?

Bilmiyorum. Bu bilgiyi arayacak zamanım ve imkanım olmadı, ama zannetmiyorum. Bilen varsa söylesin, zira bu bilgi çalışmayı zenginleştirir.

(Not: Bu satırlar 05.08.2016, saat 17.00 gibi yayınlanmıştı, bir saat kadar sonra bir Kuran okurundan cevap geldi. Cevabın sahibi, görüş ve eleştirileriyle bu çeviriye iki yıldır katkıda bulunan Feti Ayaz. Şöyle diyor; Bu soruyu sormakta haklı görünüyorsunuz. Çünkü Şehristani’nin eserinde, değil Mushaf-ı Reş’ten Yezidilikten bile söz edilmiyor. Bu bilgiye Şehristani’nin ‘El Milel ve’n Nihal’ isimli eserini tercüme eden Muhammet Seyyid Geylani'nin çalışmasında bir ek olarak rastlıyoruz.)

Muaviye ve oğlu Yezid, hangi tarihlerde yaşamışlar?

Muaviye: 602 - 680, Yezid: 646 - 683

Yani Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi, ne Muaviye dönemini, ne de Yezid dönemini görmemiş. Yaptığı tüm bu işleri Yezid’in ölümünden 350 yıl sonra gerçekleştirmiş. Şu halde neden kurduğu bu inanışın adına Yezidilik adını vermiş? Yoksa Yezidilik Yezid'den daha öncelere dayanan eski bir isim miydi?

Başka bir soru,

Yezid’in doğduğu tarihte babası Muaviye Şam valisiydi. Oğluna kendinden önceki Şam valisi kardeşi Yezid’in adını verdi. Babaları Ebu Süfyan, Muaviye'nin ağabeyi için Arapçada yaygın olmayan bu ismi nereden bulmuştu? Yoksa bu isim, Pers kültüründeki ‘Yezdan’ kelimesinden taşınan ve Arapçadaki ‘Abdullah - Abdurrahman’ anlamını karşılayan bir isim miydi? Yani, "Yezid"; Yezdan'ın kulu... "Yezidi"; Yezdan'ın kullarından...

Bu ismin Arapça karşılığına ulaşamadım. Ancak Yezid isminin anlamı tahmin ettiğim gibiyse, Yezidiler boşa alınganlık gösteriyor ve boşa isim değiştirmeye uğraşıyor olabilirler. Zira söz ettiğimiz Yezidi isminin Muaviye'nin oğlu Yezid'le zaten ilgisi yok.

Bir soru daha,

Şeyh Adi bin Müsafir; Ahmet er Rufai, Abdülkadir Geylani ve Hasan Basri gibi tarikat kurucusu önemli İslam âlimleriyle sohbeti olan başka bir İslam âlimi. Ne işi varmış da Şam’dan kalkıp Irak’taki Laleş vadisine gitmiş ve Yezidilik diye başka bir inanç sistemi kurmuş? Yoksa hakkındaki bu kadar övgüye rağmen, gerçekte dinden çıkmış bir sapık mıydı? O dönem neden karanlıkta kalmış ve aydınlatılamamış?

Bir soru daha,

Hz. Muhammet zamanında 2000 kişilik orduyu zor toplayabilen Araplar, nasıl bir nüfus artışıyla çoğaldılar ki Emeviler ve Abbasiler döneminde 50.000 kişilik, 100.000 kişilik ordular oluşturabildiler?

Bunun cevabının Araplarla ilgisi olmadığını, İslam şemsiyesi altında örgütlenen Mısırlılar, Türkler, İranlılar ve diğer toplumlarla ilgili olduğunu biliyoruz.

Ve son soru,

Şeyh Adi bin Müsafir’in yazdırdığı söylenen Mushaf-ı Reş, Yezid’in Roma’ya karşı mücadelesinden ve Ezidilerin bu mücadeleye parasal desteğinden söz ediyor. Şeyh Adi niçin ilahi konuları bir yana bırakıyor da 350 yıl önce olup bitmiş siyasi olaylardan söz ediyor? Kaldı ki o tarihlerde Abbasiler iktidardaydı ve çok parlak bir durumda değillerdi.

Çok açık anlaşılıyor ki ortada Mushaf-ı Reş diye bir kitap yoktur. Sözlü aktarımların yıllar sonra yazıya döküldüğü bireysel metinler vardır ve din kitabı olarak sunulmaları yine dinen yasaklanmıştır.

O yıllarda, Kuran'ın bile ancak uzun tereddüt ve tartışmalardan sonra kitaplaştırılabildiğini hatırlamıyor musunuz..?

Başka bir ifade ile, Zerdüşlüğün Avesta'sından bile daha eskilere uzanan kitapsız dinlerin yaşayan bir örneğiyle karşı karşıyayız. Karşı karşıya olduğumuz bu tablo, insanlık tarihi için Göbeklitepe'nin keşfinden bile daha önemli olabilir. Ezidilerin iman, ibadet ve gelenek ayrıntılarına girdiğimizde bunun önemini daha yakından göreceğiz.

Bu tablodan daha pek çok soru çıkarılabilir ama fazla uzatmadan sorulara verdiğimiz cevapları yorumlamaya başlayabiliriz.

Hiç kuşkusuz siyasi bir tabloyla karşı karşıyayız ve olan biten şu;

İslam dininde tarikat olarak bilinen tüm yapılanmalar, gerçekte siyasete yardım ve yataklık eden planlanmış kuruluşlardır. Tıpkı bugün görüp yaşadığımız diğer tarikatlar ve cemaatler gibi siyaset tarafından parasal olarak desteklenirler. Tarikat şeyhi veya evliya olarak bildiğimiz kimseler, gerçekte siyasetten emir alan ve din adı altında siyasete hizmet eden kiralık köşe yazarlarıdır. İslam tarihine damga vurmuş büyük tarikatları inceleyin, hemen hemen hepsinin o tarihlerde kurulduğunu göreceksiniz.

Ancak Ezidilik onlardan biri gibi görünmüyor. Şeyh Adi ile o günkü Ezidi ileri gelenleri arasında düzenlenen özel bir anlaşma gibi görünüyor. Bu anlaşma ile Ezidilerin inanç özgürlüğü İslam şemsiyesi altında saklanmış, karşılığında da onların düşmanla işbirliğinin önü kesilmiş gibi görünüyor. İslama benzeyen ibadet biçimleri dikkate alınırsa, bunun aynı zamanda bir eğitim çalışması olduğunu söylemek bile mümkündür.


İyi okumalar.

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder