Gılgamış Destanı 2. Tablet


Su başında yalnız kalmışlardı ikisi ve Yosma sürdürüyordu okşayışlarını,

" Enkidu niçin benimle birlikte Uruk' a gelmeyesin? "

Bir süre sonra gitmeye razı oldu Enkidu,

Yüreğinin sesine uyarak kabul etti Yosma'nın dediklerini,

Yosma Enkidu'ya verdi giysilerinden birini ve kendi giydi diğerini,

Sonra bir çocukmuş gibi elinden tutarak götürdü onu bir çoban ağılına,

Enkidu'yu gören Çobanlar hayretle bağırdılar,

“ Ne kadar da benziyor bu yiğit Gılgamış' a endamıyla,

Onun kadar iri kıyım ve bir kale burcu kadar azametli,

Bozkırda doğmuş Enkidu olmalı bu,

Kasları gök'ten inmiş bir kaya gibi güçlü,”

Ceylanlarla ot yiyen, sürülerin sütünü içen yabaninin önüne ekmek koydular,

Enkidu el uzatmadı Çobanların sundukları ekmeğe,

İçmek istemedi sundukları arpa suyunu (bira),

Çekinerek bakıyordu ekmeğe, çekinerek bakıyordu arpa suyuna,

Yosma ağzını açıp dedi; “Ekmek ye Enkidu yaşamın koşuludur,

Arpa suyu (bira) iç Enkidu, ülkenin göreneğidir.”

Enkidu doyuncaya dek ekmek yedi, yedi testi arpa suyu içti,

Yüreği genişledi yüzü parladı, içi açıldı neşelendi,

Kirlenmiş kıllı bedenini sıvayıp yağladı, yeni bir giysi giyip adama döndü,

( Landsberger güzel kokulu yağlarla bedeni yağlamanın Mezopotamya’da çok eski bir gelenek olduğunu söylüyor. İncil metinlerinden anlaşıldığına göre İsa zamanında bile hala yaşamaktaymış. )

Sonra çoban sopasını eline aldı ve çobanlar gece uykuya daldığında,

Paraladı kurtları ve aslanları, çobanlar rahat etti,

Enkidu çobanlık ediyordu onların yerine.

( On dört satır kırık, okunamıyor…)

( Aşağıda okuyacağınız on satır Landsberger çevirisinden alınmıştır. Bottero bilmediğim bir nedenle bu on satırı çeviriye almamış. Oysa 1. tabletteki çevirisinde Gılgamış’ın nişanlı kızlara bile el koyduğunu söylüyordu ki, buradaki on satır o el koymanın iç yüzünü açıklıyor. )

Enkidu Yosma ile eğlenirken koşan bir adam gördü,

“Yosma, bu adam niye koşuyor? Duymak isterim diyeceklerini,”

Yosma adamı çağırıp dedi; Adam neden koşuyorsun, ne bu acele?

Adam Enkidu’ya dönüp dedi; “Nişanlı seçmek istiyorsan benimle gel,

Nişanlı seçmek için her evin kapısı Uruk kralına açıktır,

Nişanlı seçmek için her evin kapısı Kral Gılgamış’a daima açıktır,

Evlenecek kızla önce O yatar, sonra nişanlısı,

( Landsberger bu satırda dip not koymuş, bu bölümü çevirdiğine pişman olmuş gibi şöyle diyor; “Burası yeterince açık değildir. Bazı dilbilimciler bunu “ius primae noctis” (ilk gece hakkı) diye yorumluyorlarsa da, bu yorum genellikle kabul olunmuş değildir.”

Ne demek, “kabul olunmuş değildir”? Yanlış hatırlamıyorsam bu geleneğin izleri 60 yıl önceye kadar Doğu Anadolu’da hala duyulmakta ve Jandarma takibine uğradığı için haber olmaktaydı. Sonradan öğrendim ki bu sevimsiz uygulama geçen yüzyıla kadar Batı ülkelerinde de yaşanmaktaymış. Belki de Landsberger ve Bottero’nun bu konudan uzak durmaya çalışmalarının nedeni toplumsal tepkiydi. )


Bu krallara verilen tanrısal bir buyruktur,

Daha kralların göbek bağı kesildiğinde verilen bir buyruk.”

Adamın sözünü duyunca Enkidu’nın yüzü karardı,

( Dokuz satır kırık, okunamıyor…)

Enkidu önden gidiyordu, Yosma arkasından,

Ağıllı Uruk'un ana caddesinde Enkidu dövüşmeye hazırlandı,

Yol üstünde dikildi karşısına Gılgamış'ın,

Başına toplanmıştı Uruk'un ahalisi, halk kuşatmıştı çevresini,

İtişip kakışırken kalabalık, Yiğitler Onu görmek için koşuşmuştu,

Küçük bir çocukmuş gibi ayaklarını öpüyorlardı,

Bir bakışta görülüyor diyorlardı, ne kadar yakışıklı olduğu,

O sırada bir gelin yatağı serilmişti orta yere

Ve sanki bir tanrıymışçasına bir damat kuşağı takmışlardı Gılgamış'ın beline,

Ama Enkidu ayaklarıyla tutuyordu düğün evinin kapısını, Gılgamış içeri girmesin diye,

( Eski toplumlarda krallara tanınan ve ilk gece hakkı olarak bilinen bir geleneğin ilk kez eleştirildiği ve kaldırılmak üzere olduğu bir zamanı izliyoruz.)

Kapıştılar bu yüzden kapının önünde ve öyle bir dövüştüler ki,

Ülkenin ana caddesinde yol ortasında, kapılar sarsılıyor ve duvarlar sallanıyordu,

( Okunamayan kırık satırlar... Anlatım Gılgamış'ın anası Ninsuna ile devam ediyor. )

Ülkenin en güçlüsü, en yiğitidir O, gökten inmiş bir kaya kadar güçlüdür,

İri kıyım ve bir surun doruğu kadar azametli,

Gılgamış'ın anası açtı ağzını, söze başladı ve şöyle dedi oğluna,

Dişi Manda Ninsuna açtı ağzını, şöyle dedi Gılgamış’a,

" Ey oğul, Enkidu sertçe yakındı senin davranışından,

( Okunamayan kırık satırlar...)

Gılgamış dedi; " Gerdek odasının kapısına dikilip sertçe yakındı benim davranışımdan,

Bu doğru, ama Enkidu'nun ne babası var ne de anası,

Darmadağındı omuzlarına kadar uzayan saçları,

Bozkırda dünyaya geldiği için, hiç kimse eğitmemişti onu,"

Bu sözler çok dokundu Enkidu'ya,

Cevap vermedi, gözleri yaşardı, yana düştü kolları,

Gılgamış Enkidu’ya dedi; “ Dostum, neden yaşla doldu gözlerin,

Yoksa seni üzdü mü sözlerim? ”

O zaman kucaklaşıp tokalaştılar, öfke ve kin taşımaksızın.

Sonra Gılgamış Enkiduya dedi; “ Canavar Huvava Ormanda oturuyor,

( Bottero, Aramice, İbranice ve Arapça dillerinin, Gılgamış Destanının yazıldığı Akadça dili ile akraba ve onun devamı olduklarını söylüyor. Huvava kelimesine bu bilgi ışığında bakıldığında, gerek yazılışı gerek destandaki anlamı yönünden Kuran’ın çok sık kullandığı “hava, heva, heves” kelimelerine çok yakın olduğu görülüyor. )

Sen ve ben Onu öldürüp şu belayı yeryüzünden kaldıralım,

Kendimize Sedir (katran) ağaçları devirelim.”

Enkidu cevapladı Gılgamış’ı; “ Dostum ben dağları bilirim,

Yaban hayvanlarıyla birlikte oralarda dolaştım,

Ormanın uzak etekleri bile iki kez On Beru çeker, daha ötesine nasıl gidilir?

Huvava..! Evet, Onun haykırışı tufandır,

( Gördüğünüz gibi tufan su baskınından farklı bir kavram olarak sunuluyor. Bu farklılık, 11. bölümde okuyacağımız tufan anlatımı açısından önemlidir. )

Alev fışkırır soluğundan, ölüm kokar nefesi,

( Ateş ve ölüm, kutsal kitaplarda heva ve hevesin istenmeyen sonuçlarıdır. ) 


Altmış Beru uzaktan duyar sesleri,

Hiçbir savaşçı Ona karşı duramaz,

Kim gidebilir ki oraya? Sedir Ormanı'nı saklasın

Ve insanları uzak tutsun diye Enlil görevlendirdi Huvava'yı,

Dostum, gidip Onu bulmamız imkânsız,

Mümkün değil gidip Huvava'yı bulmamız,

Neden böyle şeyler yapmaya heves ediyorsun? ”

Gılgamış şöyle dedi Enkidu’ya; “ Dostum, yapma dostum,

Mademki dünyaya gelmiştir çocuklar, bir şey yapmalıdırlar,

Güneş gökyüzünde durdukça tanrılar sonsuza dek yaşarlar,

Ancak insanların günleri sayılıdır, Onların işleri hep havadır,

Sen daha buradayken ölümden korkuyorsan,

Yiğit ruhundaki gücün sana yararı ne?

Korkuyorsan sen burada kal, bir balta bana yeter,

Ölürsem hiç olmazsa kendi adımı yükseltmiş olurum,

Canavar Huvava’nın düşmanı Gılgamış ölmüştür, derler.”

( Kırık satırlar nedeniyle konuşmanın devamı izlenemiyor ve konu silahlara atlıyor...)

Orada bulunan Silah ustaları birbirlerine danıştılar,

" Sefer için Baltalar yapalım öyleyse,

Her biri Yüz yirmi Biltu (60 kg) olan odun baltaları yapalım,

Yapalım...

Her biri Yüz yirmi Biltu (60 kg) olan kılıçlar yapalım,

Yapalım...

Her biri Yüz yirmi Biltu (60 kg) olan kılıç kınları yapalım,

Bu kılıç kınları..."

( Beş satır kırık, söz Gılgamış’a geçiyor...)

"Dinleyin beni Yiğitler ve Uruk Yiğitlerinin ustaları,

Kendimi oldukça güçlü hissediyorum yola koyulmak için,

Sonu belirsiz bir dövüşe, rastgele bir sefere atılacağım,

Selamet dileyin bana,

Ama önce büyük kapıdan gireceğim Uruk’a ve tekrar çıkacağım oradan,

Akitu (bayram) alanına ulaşmak ve orada Akitu'yu (bayramı) kutlamak için,

( Akitu, Mezopotamya’da 1 Nisanda kutlanan Nevruz/Hıdırellez bayramıdır.)

Haydi, çalgılarla ve sevinç çığlıklarıyla kutlansın Akitu,"

Fakat Enkidu, Ulu Yaşlılara seslenerek diyordu ki;

"Onu yüreklendiriyor Uruk'un Yiğitleri,

Bari siz söyleyin ona Orman'a asla gitmemesini,

Yapılacak iş değil bu, O sadece bir insandır,

Oysa Orman'ı kollayan acımasızdır,"

Ayağa kalkarak Ulu Yaşlılar, bildirdiler Gılgamış’a görüşlerini;

"Gençsin sen Gılgamış ve yüreğinin sesine kapılıyorsun,

Bu yüzden bilmiyorsun ne dediğini, bir kelebek gibi uçarısın sen,

Bu Huvava gürlemeye görsün, Tufan saçar,

Alev fışkırır ağzından, ölüm kokar nefesi,

Altmış Beru uzaktan duyar Orman'ın gürültülerini,

Kim gidebilir ki oraya?

Dehşete kapılır yüzünü gören, bir canavardır o,

İgigilerden (tanrısal insan) olsa bile, bir insan nasıl karşı koyabilir ki ona?

( Bu satır Gılgamışın bir İgigi, yani tanrısal bir insan olduğunu söylüyor. Bu suretle İgigi kelimesinin anlamına ulaşmış oluyoruz. ) 


Sedirleri saklasın ve insanları uzak tutsun diye Enlil görevlendirdi onu."

Ama Gılgamış Ulu Yaşlıların dediklerini duyunca...

( Tabletin devamı kırık, okunamıyor. Üçüncü Tablet iz tutuyor gelişmelere.)

(İkinci tabletin sonu)


***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder