Tanyeri ağardığında, Gılgamış şöyle seslendi ölen dostuna;
"Ey Enkidu, Ey biricik dostum,
Bir ceylandı anan, yaban eşeği idi baban,
Ve eşek sütüyle beslemişlerdi seni,
Bilmediğin şey değildi otlaklar, vahşi hayvanlar,
Ey Sedir Ormanı'na kadar Enkidu'nun yürüdüğü yollar,
Ağlayın Ona gece gündüz, gözyaşlarınız dinmemecesine,
Ağlayın ona ey Yaşlılar, ağıllı Uruk'un geniş sokaklarında,
Ağlayın ona peşimizden gelerek bizi selamlayan kalabalıklar,
Ağlayın ona Dağların dar geçitleri ki, Onunla birlikte aşmıştık sizleri,
Ağla ona ey memleket sanki anasıymışsın gibi,
Ağlayın ona Selviler, Sedirler,
Öfkemizden kan gölüne çevirmiştik sizin oraları,
Ağlayın ona ayılar, sırtlanlar, panterler,
Kaplanlar, geyikler, yabani kediler,
Aslanlar, mandalar, alageyikler, dağ keçileri,
İrili ufaklı yabanıl hayvanlar,
Ağla ona kıyıları boyunca birlikte gezindiğimiz Kutsal Ula,
Ağla ona bir vakitler kırbalarımızı doldurmaya gittiğimiz sevgili Fırat,
Ağlayın ona Dev Boğa'yı öldürdüğümüzü gören Ağıllı Uruk'un Yiğitleri,
Ağlayın ona Köylüler, sizler ki Onun adını yüceltirdiniz güzel deyişlerde,
Ağlayın ona uçsuz bucaksız Kent'in demirci Ustaları,
Sizler ki en sağlam baltaları yapardınız Ona,
Ağlayın ey Rahipler, sizler ki Onun susuzluğunu giderirdiniz Arpa suyuyla,
Ağlayın ey Çobanlar, sizler ki kaymak sunardınız Ona,
Ağlayın Enkidu'ya Fahişeler, sizler ki içkilerin en iyisini içirirdiniz Ona,
Ağla Enkidu'ya Yosma, sen ki güzel kokularla ovardın Onu,
Ağlayın Ona konuklar, düğün günü Enkidu'nun parmağına yüzük takmış olanlar,
Ağlayın Ona Bozkırda koyun güden kardeşleri,
Ağıt yakın Ona kız kardeşlerin ağıt yaktığı gibi,
Ve yolun saçlarınızı Onun uğruna,
Ağlayın Enkidu'ya Bozkırda koyun güden analar ve babalar,
Ben de ağlıyorum sana Enkidu,
Dinleyin beni Uruk'un Yaşlıları, dinleyin beni,
Gözyaşı döküyorum dostum Enkidu için,
İnliyorum yas tutan bir kadın gibi,
Ey Enkidu, yanımdaki baltamdın, kollarımın gücüydün,
Kılıçtın kınımda, yüzüme kalkandın,
Bayramlık giysimdin, payandasıydın sevinçlerimin,
Zalim bir kader, birdenbire ayırdı seni benden,
Ey Enkidu, ey gezgin Katırım,
Ey çölün Yaban eşeği, bozkırın Panteri,
Birlikte tırmanmıştık Dağ'a,
Birlikte yakalayıp öldürmüştük Gökyüzü Boğası'nı,
Birlikte yenmiştik Sedir Ormanı'nda Huvava'yı,
Nasıl bir şeydir seni kapıp götüren bu uyku?
Karanlıklara karıştın ve beni duymuyorsun artık."
Ama Enkidu, gözlerini olsun çevirip bakmıyordu,
Gılgamış kalbine koydu elini, durmuştu,
Bunun üzerine bir yeni gelinmiş gibi duvakla örttü dostunun yüzünü,
Dört dönüyordu çevresinde bir kartal gibi,
Yavrularını yitirmiş dişi bir aslan gibi,
Saçını başını yoluyordu, yırtıp yere atıyordu,
Üstündeki süslü giysileri dehşete kapılmış gibi,
Tanyeri ağardığında Gılgamış bütün ülkeye seslendi;
"Ey demirci ustaları, Ey cevahirciler,
Ey metal işçileri, Ey kuyumcular,
Bir heykelini yapın Dostumun."
Böylece Gılgamış, göğsü lacivert taşından
Ve vücudunun geri kalan kısmı altından,
Bir heykelini yaptırdı Enkidu'nun.
"Şimdi sana bir dost, bir öz kardeş olmayacak mıyım?
Şahane bir yatakta dinlendireceğim seni,
Sol yanımda sana değişmez bir yer hazırladıktan sonra,
Rahat bir döşeğe yatıracağım seni,
Ayaklarını öpmeye (secde etmeye) gelecekler ülkenin Prensleri,
Uruk'un ahalisi gözyaşı döküp ağıt yakacak sana,
Yas tutacağım senin için, uyruklarımın en görkemlisi için,
Ve ben sen öldükten sonra saçlarımı uzatacak,
Ve bir aslan postuna bürünerek dolaşacağım bozkırda."
Tanyeri ağardığında giysilerini çıkardı Gılgamış,
Ve kırmızı bir pelerin giyindi,
( Kırk beş satır kırık, okunamıyor. Okunabilen sözcükler şunlar…)
"… dostum için…",
"…onun baltası…",
"…kılıcının kabzası…",
"…yönelinen yıldız…" ,
"…cehennem tanrıları…" ,
"…Hakim…",
Bunu duyunca Gılgamış'ın aklından ölüm ırmağı geçti,
Tanyeri ağarınca Gılgamış Saray'ın kapısını açtı,
Şimşir ağacından yapılmış büyük bir tepsiye,
İçi bal dolu kırmızı bir çanak koydu,
Ve tereyağı ile doldurdu mavi bir çanağı,
Ve hepsini büyük bir özenle Şamaş'a sundu.
(Sekizinci tabletin sonu.)
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder