Ezidi Mushafı Reş (Kara Kitap)


Başlangıçta Tanrı, kendi yüce özünden Beyaz İnci'yi yarattı ve Angar adlı bir kuş yarattı.

Midye türü canlıların hızlı üremesinden dolayı inci eski kültürlerde üreme ve doğurganlık sembolü olarak kabul ediliyor.  Beyaz ise saflığın ve temizliğin ifadesidir. Angar, Zümrüd-ü Anka olarak bilinen ve hayallerin ötesine uçtuğu kabul edilen akıldır. Antik Mısırda Ankha olarak bilinir. )

Ve Beyaz İnci'yi kuşun sırtına koydu ve Beyaz İnci orada kırk bin yıl oturdu. 

( Beyaz İncinin insanı Angar'ın aklı sembolize ettiği kabul edilirse, aklın üzerinde yükselen insanlıktan söz edildiği düşünülebilir. )

İlk gün, yani pazar günü, Tanrı Melek Anzazil’i yarattı. Ve o, hepsinin başkanı olan Tavus Melek 'tir. 

( İbranice'de El tanrı, Azeez desteklenmiş demek. Azazil “tanrı tarafından desteklenen” anlamı taşıyor. Kabala araştırmacılarına göre şeytanın kovulmadan önceki ismidir, Kuran’da İblis olarak geçer. Bu kavramın çevresinde, günah keçileri, nefilimler, anunnakiler, devler gibi çeşitli yorumlar yapılmakta. )

Pazartesi günü Tanrı, Melek Dardael’i yarattı. Ki o, Şeyh Hasan'dır.

Salı günü, Melek İsrafel'i yarattı. Ki o, Şeyh Şams ad Din dir.

Çarşamba günü, Melek Mihael’i yarattı, o da Abu Bekr'dir.

Perşembe günü, Melek Azrael’i yarattı ki, o Sacad ad Din'dir.

Cuma günü, Melek Semnael’i yarattı; o da Nasir ad Din’dir.

Cumartesi günü, Melek Nurâel’i yarattı ki, o Yadin, yani Fahr ad Din’dir.


( Yukarıdaki satırlarda Ezidilerin Arapça isimlerle kişileştirdiği 7 melek ismi okuduk. Şimdi, en eski yazılı örneği MÖ 300 yıllarına ait olan ama inanç kökleri Mezopotamya'ya kadar uzanan Enok'un kitabından bazı satırlar okuyacağız. Enok'un Kitabı, Kuran'ın Müddessir 74/30 ayetinde söz ettiği 19 meleği şöyle sayıyor;

" Liderlerinin isimleri şöyleydi: Semyaza(1), Araklba(2), Rameel,(3) Kokablel(4), Tamlel(5), Ramlel(6), Danel(7), Ezeqeel(8), Baraqiyal(9), Asael(10), Armarel(11), Batarel(12), Ananel(13), Zaqiel(14), Samsapeel(15), Satarel(16), Turel(17), Yomyael(18), Sariel(19). İki yüz meleğin liderleri bunlardı. Enokun 1. Kitabı 7: 9"

Ezidi melekleri ile Yahudi melekleri arasındaki isim benzerlikleri, tek tanrılı İbrahimi dinler ile çok tanrılı Mezopotamya dinlerinin ortak inanç köklerine sahip olduklarını gösteriyor. )  

Ve Melek Tavus'u her şeyin yöneticisi yaptı.

Ondan sonra Tanrı, yedi Göğe, Dünya’ya, Güneşe ve aya şekil verdi, onları biçimlendirdi.


( Yedi göğün, insanlığın gelişme süreci içinde oluşan yedi sosyal yapı olduğunu biliyoruz. Bu yedi yapı; Askerler, Din adamları, Hekimler, Yapı ustaları, Hazinedarlar, Çiftçiler ve Çobanlardır. Katı kurallarla ayrılmış bu sınıflama Hindistan'da "kast sistemi" olarak bilinmekte ve hala yaşamaktadır. Bu yedi sosyal sınıf günümüzde, Savunma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Tarım Hayvancılık Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı olarak tanıdığımız devlet yapılanması ile korunmaktadır. ) 

Buna karşılık Fahr ad Din ise

İnsanı, Kuşları ve tüm hayvanları yarattı ve bunların hepsini örtülerin arasına yerleştirdi ve meleklerle birlikte İnci’den dışarı çıktı.


( Örtü, insanların yaratılış konusundaki bilgisizliğini sembolize ediyor. )

Sonra İnci'ye yüksek sesle bağırdı.

Beyaz İnci dört parçaya ayrıldı, ortasından su fışkırdı ve Okyanus oldu.

Dünya yuvarlaktı ve bölünmemişti.

Sonra Cebrail'i ve kuşun görüntüsünü yarattı.

Sonra Cebrail'i dört bucağı belirlemeye gönderdi.

Sonra bir gemi yaptı ve otuz bin yıl kalmak üzere içine indi.

Ondan sonra kalmak üzere Laleş Dağına geldi.

Ve sonra Dünya’ya haykırdı,

Deniz kuruyup çekildi ve toprak görünmeye başladı,

Fakat o titremeye başladı.

Bu esnada Cebrail'e, Beyaz İnci'nin iki parçasını getirmesini buyurdu. Parçalardan birini Yerin altına yerleştirdi, diğer yarısı Göğün kapısında kaldı.

Sonra Güneşi ve Ayı onların içine yerleştirdi ve Beyaz İnci’nin kırıntılarından da yıldızları yaratıp bunlarla gökyüzünü süsledi.

Ayrıca yeri süslemek için ağaçları, meyve bitkilerini ve dağları yarattı.

O, Halı'nın üzerine Taht'ı yarattı.

Sonra, Ulu Tanrı şöyle dedi: " Ey Melekler, ben Adem ile Havva'yı yaratacağım, onları insan yapacağım, ve ikisinden, Adem'in belinden gelmek üzere Sehar ibni Cebr doğacak ve ondan türeyecek bir halk yeryüzünü dolduracak; işte o Azazil'in, yani Tavus Melek’in Ezidi cemaatidir.

Sonra Şeyh Adiy bin Müsafir'i Suriye topraklarından gönderdi ve o da gelip Laleş'te kaldı.

Sonra Tanrı Kara Dağ’a indi. Bağırdı, üç bölük halinde 30 bin Melek yarattı. 40 bin yıl boyunca hepsi Tanrının önünde eğildiler. Sonra Melek Tavus’la birlikte Gökyüzüne gittiler.

Bu sırada Tanrı, kutsal topraklara indi ve Cebrail'e, dünyanın dört bir köşesinden toprak getirmesini buyurdu: Toprak, hava, ateş ve su.

Onlardan bir varlık yarattı ve içine kendi özgücünden bir ruh koydu ve ona ‘Adem’ dedi.

Sonra Cebrail'e, Adem'i Cennet'e götürmesini ve buğday hariç, oradaki bütün ağaçlardan yiyebileceğini söylemesini buyurdu.

Böylece Adem Yüzyıl geçirdi.

Sonra Tavus Melek, Tanrıya, buğday yemesi yasak oldukça Adem’in nasıl çoğalıp da nesil sahibi olacağını sordu.

Tanrı ona; " Bütün bu işleri sana bırakıyorum" dedi.

Bunun üzerine Melek Tavus, gidip Adem’e sordu: " Hiç buğday yedin mi?" 

O da yanıtladı: " Hayır, çünkü Tanrı bunu bana yasakladı." 

Melek Tavus Adem’e dedi ki: " Buğday yemen, senin için çok daha iyi olur." 

Bunun üzerine Adem buğday yedi ve yeyince de karnı şişti ve Tavus Melek onu Cennet'ten kovdu, tek başına bıraktı ve göğe çıktı.

O zaman Adem, karnının şişkinliği yüzünden acıyla kıvrandı, çünkü bedeninde çıkış deliği yoktu.

Bu esnada Tanrı ona bir kuş gönderdi, o da gagasıyla Adem’in kıçını ibikleyip bir çıkış açtı, böylece Adem rahatladı.

Ve sonra Cebrail Adem’den yüz yıl kadar uzak durdu ve Adem üzülüp ağladı.

O zaman Tanrı Cebrail'e Adem'in sol omuz koltuk altından Havva'yı yaratmasını buyurdu.

Havva ve bütün hayvanların yaratılmasından sonra, Adem ile Havva, İnsan soyunun kime bağlanacağı konusunda anlaşmazlığa düştüler; her biri soylarının tek sahibi olmak istiyordu.

Onlar, erkek ve dişi hayvanların üreme düzenlerine bakıp aralarında tartışmaya girmişlerdi.

En sonunda şöyle bir anlaşmaya vardılar: her birisi kendi tohumlarını alıp bir küpe koyacak, küpün ağzını kapatıp mühürleyecek ve dokuz ay bekleyecekti. Bu süre geçip de küpler açılınca, Adem’in küpünde bir erkek bir dişi iki çocuk buldular; bunlar Adem soyunun erkekleri ve kadınları oldular.

İşte Ezidiler onlardan çoğalıp gelmiştir.

Havva’nın küpünde ise, çürüyüp kötü kokular yayan solucanlar dışında hiçbir şey bulunamadı.

Ve Tanrı çocuklarını küpünde emzirip büyütebilsin diye Adem’e memeler yaptı. İşte erkeğin memesinin olmasının sebebi budur.

Adem ve Havva’nın birleşmesinden sonra, Havva iki çocuk verdi; erkek ve dişi. Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar ve diğer ulus ve mezhepler işte onlardan gelmiştir.

Fakat sadece Adem soyundan türeyip gelen ve salih olan bizim ilk babalarımız Seth (Şit), Nuh ve Enoş (Enok/Hanok)’dur.

Kadının kocasını reddetmesine bağlı olarak erkek ile kadın arasındaki anlaşmazlık sürüp gitti. Sonuçta iki taraf arasındaki bu konu, Ezidi mezhebinin salihlerinden birisi tarafından ilan edilen bir kural yoluyla çözümlendi. Buna göre, her evlilik esnasında bir davul ve bir zurna çalınması artık zorunlu kılınmıştı, böylece hangi kadın ile hangi erkeğin yasal olarak evlendiğine şahitlik edilmiş olacaktı.


( Sümerlerin Gılgamış ve İnanna metinlerinde Yeraltına (cehenneme) düşen bir çember ve bir değnekten söz edilir. Sümerologlar çemberin Davul, değneğin Tokmak olduğunu düşünüyorlar. Bu satırlar Ezidi kültürünün Sümerlere kadar uzanan derin kökleri olduğunu gösteriyor. )

Sonra Melek Tavus, yarattığı Ezidiler için Yere indi ve eski Asur krallarının yanı sıra, bizim başımıza da krallar dikti. Bu krallar Nesrukh, ki o Nasir ud Din'dir ve Kamush, ki o Melek Fahr ad Din’dir ve Artemis, ki o Melek Şams ad Din'dir.

( Artemis, çok tanrılı Roma döneminin Avcılık ve Ay tanrısıdır. Sembolü bir geyik veya karacadır.)

Bundan sonra iki kral tarafından daha yönetildik; I. Sabur ve II. Sabur adlı bu kralların yönetimi yüz elli yıl sürdü ve günümüze kadar gelen Emir'lerimiz onların soylarıdır.

( I. Sapur MS 224 - MS 272 yılları arasında, II. Sapur MS 309 - MS 379 yılları arasında hüküm sürmüş Pers Sasani krallarıdır. I. Sapur Zerdüşt dinine mensup olmakla birlikte Yahudilik Hristiyanlık ve diğer dinlere karşı hoşgörülü olmuştur. )

Fakat biz dört kraldan nefret ettik.

İsa bu dünyaya gelmeden önce dinimiz paganizm idi.

Kral Ahab aramızdan biri idi.


( Kral Ahav, sahte peygamberlerle işbirliği yapan ve kötü işleriyle tanınan bir İsrail kralıdır. Tevrat’ın 1. Krallar/16-22 bölümlerinde ayrıntılı anlatılır. Aramızdan biri idi derken, şeytanı tanıyanlardan, daha doğrusu yeterince tanımayanlardan biri olduğu anlatılıyor. )

Ve Ahab’ın tanrısının adı Beelzebub idi. Günümüzde ona Pir Bub diyoruz.

( Beelzebub, Araplar, İbraniler, Aramiler ve Süryaniler gibi Sami ırkların inandığı bir tanrıdır. Kült merkezi eski bir Filistin şehri olan Ekron'dur. Katolik Hırıstiyanlıkta Cehennem meleklerinden biri ve şeytani bir figür olarak tasvir edilmiştir. )

Bir de adı Bahtnasar olan Babil'de bir kralımız vardı; adı Ahsuras olan biri Pers’de idi; ve yine ismi Agrikalus olan bir başkası Konstantinopolis’de idi.

Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve hatta Persler, bize karşı savaştılar ama bize boyun eğdirmeyi başaramadılar.


( Yukarıda okuduğumuz satırlar Mushafı Reş'in farklı dinlerden oluşturulmuş yapay bir derleme olduğunu ve Ezidilerin bunu gerçek inançlarını gizlemek maksadıyla bilinçli olarak yaptıklarını gösteriyor. )

Tanrının gücü sayesinde, onlara galip geldik.

O bize ilk ve son ilmi öğretir.

Ve onun öğretilerinin biri şöyledir:

" Gök ve Yer var olmadan önce Tanrı denizin üzerinde idi."

Kendisine bir gemi yaptı ve denizlerin kunsiniyat’ına doğru yola çıktı.

Böylece kendi kendinden zevk aldı.

Daha sonra Beyaz İnci'yi var etti

Ve kırk yıl boyunca üzerinde kaldı.

Daha sonra, Beyaz İnci’ye karşı kızgınlığı giderek arttı ve onu kaldırıp fırlattı.

Ve haykırışıyla dağların biçimlendiğini; güzel tepelerin şekillendiğini ve dumanlardan gökyüzü oluştuğunu gördü.

Sonra Tanrı göğe yükseldi, onu sertleştirip, sütunlar olmadan gökyüzünü kurdu.

Daha sonra toprağa tükürdü ve eline bir tüykalem alarak, bütün yaratılışın bir anlatımını yazmaya başladı.

Başlangıçta kendi özünden ve nurundan 6 tanrı yarattı.

Ve onları yaratılışı, bir lambanın ışığının başka bir yanan lambadan yakılması gibiydi.

Ve Tanrı dedi ki, "Artık ben Gökleri yarattım; sizler de gidip bir şeyler yaratın." 

Bunun üzerine ikinci tanrı yükseldi ve Güneşi yarattı.

Üçüncüsü Ay’ı;

Dördüncüsü Göğü,

Beşincisi Farg, yani Sabah Yıldızını, 

Altıncısı Cenneti,

Yedincisi de Cehennem’i.

Zaten bundan sonra Adem ve Havva'yı yarattığımızı anlatmıştık.

Ve biliniz ki, Nuh Tufanının yanı sıra bu dünyada başka bir sel daha olmuştu.

Ezidiler, bir barış kralı, şerefli bir kişi olan Naumi’nin soyundan gelmişlerdir. Bizler ona Melek Miran deriz. Diğer mezhepler babasını hor görüp kötü davranan Ham'dan türemiştir.

Gemi, Ain Sifni adında, Musul'dan beş parasangs kadar uzak bir köyde duruyordu.

İlk defa olan selin (Tufan’ın) nedeni daha Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ortada yokken, alay etme ile ilgili idi.


( Kuran bu alayın Tanrı inancı ile olduğunu şöyle anlatıyor; "Nuh dedi; Rabbim beni yalanladılar, bana yardım et. Müminun 23/26" )

Zaten belirtildiği gibi, sadece bizler Adem soyundanız. İşte bu ikinci sel (Tufan) bizim mezhebe, Ezidilerin üzerine geldi.

Sular yükseliyor ve gemi de süzülüyordu. Gemi geldi ve Sincar Dağının üzerinde karaya oturdu ve bir kaya tarafından gövdesi delindi.

Yılan kıvrıldı ve bir pasta gibi gelip o deliği tıkadı.

Sonra gemi yeniden yola çıktı ve gelip Cudi Dağında dinlendi.

Şimdi artık yılan türleri çoğalmıştır ve İnsanı ve hayvanı sokmaya başladılar. Fakat sonunda yakalandılar ve yakıldılar ve onun küllerinden de pireler yaratıldı.

Tufan’dan günümüze kadar yedi bin yıl bir zaman geçmiştir,

Her bin yılda bir yedi tanrıdan biri Yere iner ve kanunları, kuralları yeniden düzenleyip yerine gider.

Fakat aşağıda, bizim her türden Kutsal mekânlarımızda o hep aramızdadır.

Sonuncu defasında tanrı aramızda öylesine uzun yaşadı ki, bütün öteki tanrılar ondan önce gelmişlerdi.

O kutsalları onaylamıştı.

O Kürtçe konuşuyordu.

O aynı zamanda İsmail soyundan Muhammed peygamberi nurlandırıyordu; Muaviye adında bir hizmetçisi vardı.

Tanrı, Muhammed’in onun önünde başının dik olmadığını gördü, ona bir baş ağrısı verdi.

Sonunda Peygamber hizmetçisinden başını tıraş etmesini istedi. Muaviye tıraş etmeyi biliyordu. O efendisini aceleyle ve zorlukla tıraş ederken başını kesti ve kanadı.

Kanın yere döküleceğinden çekinen Muaviye başındaki kanı diliyle yaladı. Bunun üzerine Muhammed; " Muaviye ne yapıyorsun?" diye sordu.

O da yanıtladı; "Kanının yere düşmesinden korktuğum için dilimle senin kanını yaladım."

Sonra Muhammed ona dedi ki; " Sen günah işledin Ey Muaviye. Senden bir ulus oluşacak, siz benim mezhebime karşı duracaksınız."

Muaviye yanıtlayıp dedi ki; " O halde ben de dünya evine girmeyecek, evlenmeyeceğim.!"

Bu bir süre sonra Tanrı Muaviye üzerine akrepleri saldı, akrepler onu soktu, yüzü zehirden şişti.

Doktorlar ona ölmemesi için evlenmesi gerektiğini söylediler.

Bunları duyan Muaviye evlenmeye razı oldu. Ona, çocuk doğurması imkânsız olan seksenlik, yaşlı bir kadın getirdiler.

Muaviye kadınla yattı ve sabah kalktı ki, yüce Tanrının gücüyle kadın 25 yaşına dönmüş. Ve hamile kalıp bizim tanrımız Yezid’i doğurdu. Fakat başka mezhepler bunu bilmezler ve derler ki, Tanrımız gökten geldi.

Bu sebeple ona küfrederler. Böylece onlar büyük bir yanılgıya düşerler.

Fakat bizler, Ezidi mezhebi olarak buna inanıyoruz ve onun yukarıda belirtilen yedi tanrıdan biri olduğunu biliyoruz.

Biz onun şahsını ve onun görüntü şeklini biliyoruz.

O, bildiğimiz üzere bir horoz şeklindedir.

Fakat hiçbirimizin onun adını ve neye benzediğini söylemesine izin verilemez, tıpkı şeytan, kaytan, şar, sat ve benzerleri gibi. Ne de melun, ya da lanet, ya da nal, ya da benzer sözcükleri. Tüm bunlar ona olan saygımız nedeniyle yasaktır.

Marul bize haram kılınmıştır, yemeyiz, çünkü kadın peygamberimiz olan Khassa'nın adını anımsatmaktadır.

Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık haramdır.

Aynı şekilde geyik ve karaca, peygamberlerimizden birisinin sürüleridir.

Kuru fasulye de haramdır, koyu mavi boya kullanmamız yasaktır.

Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiniz; çünkü tavus kuşu daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.

Yine, Şeyh ve müritleri, balkabağı yemekten sakınınız.


( Bu yasağın Yunus peygambere verilen kabak bitkisiyle ilgili olduğu anlaşılıyor. Kuran'da Saffat 37/146 suresinde anlatılır. ) 

Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların helasında taharetlenmek, ya da onların banyolarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır.

Kim bunlara aykırı davranırsa o bir imansız olur.

Şimdi diğer mezhepler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve diğerleri, bu şeyleri bilmezler. Çünkü Melek Tavus’tan nefret etmektedirler.

Yani sonuçta O bunları diğer mezheptekilere öğretmez, onları ziyaret etmez.

Ama o aramızda yaşadı; o bize babadan oğula geçen bir miras haline gelmiş bütün bunları, kanunları, kuralları, gelenekleri bizlere ulaştırdı.

Ondan sonra, Melek Tavus göğe geri döndü.

Yedi tanrıdan biri kurallarına göre sancakları yaptı ve Bilge Süleyman'a verdi.

Onun ölümünden sonra, sancakları bizim krallarımız devraldılar.

Bizim tanrımız acımasız Yezid doğduğu zaman, büyük saygı ile bu sancakları devir aldı ve bizim mezhebimize teslim etti.


( Şeyh Adiyy bin Müsafir Ezidilerin siyasi entegrasyonu için Laleş vadisine geldiğinde Kerbela faciasının sorumlusu olarak gösterilen Yezid çoktan ölmüş ve ölümünün üzerinden en az 425 yıl geçmişti. Ancak o eski yıllarda yaşayan Ezidiler Kerbela olayına da, orada yaşanan acımasızlıklara da şahit olmuşlardı ve acımasız sıfatını bunun için ekliyor olmalılar. Hemen aşağıda bu acımasızlığın hırs ve kıskançlıktan doğduğunu göreceğiz. Ezidiler Yezid ile dalga mı geçiyor, yoksa onun şahsında insanlığın vahşi yapısını mı eleştiriyor, ayıramıyorum. )

Bundan başka, o Kürtçe olarak iki ilahi oluşturdu ki, zaten birisi, Sancaklardan önce bile, bu dilde söylenen çok eski ve kabul edilmiş bir ilahi idi.

İlahinin anlamı şudur;

"Ey Kıskanç Tanrı Haleluya (şükürler olsun)"


( Haleluya, Hristiyanların ve Yahudilerin de kullandığı çok eski bir şükür kelimesi. İncil'in Vahiy kitabında ve Makabeler kitabında örnekleri var;

" Bundan sonra gökte büyük bir kalabalığın sesini andıran yüksek bir ses işittim. “Haleluya!” diyorlardı. “Kurtarış, yücelik ve güç Tanrımız`a özgüdür. Yuhanna Vahiy Kitabı 19:1"

" Kralı alkışladıktan sonra kâhinler ve tüm kalabalık "Haleluya" diye haykırarak sevinç içinde ayrıldılar. Makabeler 3. Kitap :13 " )


Sancak’ın önünde yürüyenler davul ile zurna eşliğinde bunu okurlar.

Bu sancaklar Yezid tahtı üzerinde oturan bizim Emir’imizde kalır.

Bu sancaklar başka bir yere gönderilecek olursa, Asurluların tanrısı Nisroc’un temsilcisi Şeyh Nasır ad Din’in temsilcisi Büyük Şeyh ile Emir’imiz tüm Kavval’ları çağırıp bir araya toplarlar.

Sonra Sancak’lar ziyaret edilir. Ve nihayet, her bir Sancak bir Kavval’a teslim edilerek birisi Halathane’ye, birisi Halep’e, birisi Rusya’ya, bir diğeri de Sincar’a gönderilir.

Bu sancaklar dört Kavval’a birer sözleşme ile verilir.

Sancaklar gönderilmeden önce Şeyh Adiy’in türbesine getirilerek büyük bir ilahi ve tören ile vaftiz edilip kutsanır.

Bundan sonra tüm tören katılımcıları Şeyh Adiy’in türbesinin temizliğine katılıp tozları süpürürler.

Sonra, bereket olarak dağıtılmak üzere ceviz büyüklüğünde hazırlanmış top lokmalar sancak ile birlikte taşınır.

Bir köy veya kasabaya yaklaşılırken oraya hemen önden bir tellal gönderilerek haber verilir ki, insanlar Kavval ve taşıdığı Sancak’ı saygı ve onur ile karşılayabilsinler.

Herkes güzel giysileri ve tütsüleri ile dönüp dururlar.

Kadınlar bağırmaya ve hep birlikte neşeli şarkılar söylemeye başlarlar.

Kavval onu ağırlayan kişilerce mutlu kılınır.

Geri kalan kişiler de, güçleri ölçüsünde ona gümüş hediyeler verir.

Bu dört sancak yanında üç tane daha vardır ki, toplamı yedi eder.

Bu son üçü şifa versinler diye, kutsal mekanlarda muhafaza edilir.

Bunlardan ikisi, Şeyh Adiy’in türbesinde ve üçüncüsü ise, Musul'a yaklaşık dört saat uzak olan Bahazaniye köyünde kalır.

Bu Kavval’lar her dört ayda bir bu seyahatlere çıkarlar.

Bunlardan birisi Emir’in bölgesinde seyahate çıkmak zorundadır.

Bu Kavval’lar belli bir sırayla her yıl değiştirilir.

Sancak’ı taşıyacak olan Kavval, yolculuktan önce, sumaklı ekşi su ile yıkanmak ve sonra da yağ ile ovularak temizlenmek zorundadır.

Aynı zamanda, farklı odaları olan her idol için bir lamba yakmak zorundadır.

İşte sancaklarla ile ilgili yasalar bunlardır.

Yeni yılın ilk günü, Serṣalie, yılın başlangıcıdır.

Nisan ayında ilk haftasının Çarşamba gününe denk gelir.

O gün her ailenin evinde mutlaka et olmalıdır.

Zenginler bir koyun ya da bir öküz; fakirler ise bir tavuk veya başka bir şey kesmelidir.

Bu etlerin, Yeni yılın ilk günü olan Çarşamba sabahının öncesindeki gece vakti pişirilmesi zorunludur. Böylece istirahat gününde, yiyecekler kutsanmış temiz olurlar.

Yılın ilk günü, mezarlıklarda ölü ruhları için sadakalar verilmelidir.

Bu günde büyük ve küçük yaştaki kızlar, kırlarda kırmızı ve kırmızıya çalan her türlü çiçeği toplamaya çıkarlar. Bunlardan demetler yaparlar ve o evde yaşayanların vaftiz edildiğini ifade etsin diye, üç gün boyunca kırmızı çiçek demetlerini evlerin kapılarında asılı tutarlar.

Yılbaşı sabahında bütün kapılar iyice görülecek şekilde kırmızı zambaklar ile süslenecektir.

Kadınlar ise fakir ve muhtaçları beslemek için mezarlıklarda dolaşırlar.

Kavval’a gelince, onlar da mezarlıklarda davul zurna ile Kürtçe ilahi söylerler ve bunun karşılığında para alırlar.

Serṣalie günü sevinçli hiçbir enstrüman ve ilahi çalınıp okunmaz, çünkü o gün Tanrı, o yılın kanunlarını bildirmek, tüm bilgeleri yönetmek ve komşuların ona gelmesini sağlamak için Tahtına oturmuştur.

Ve ilahiler, hamdolsun duaları, şarkılar eşliğinde Tanrı artık Yer altına ineceğini onlara söylediğinde, herkes huşu ile onun huzurunda ayağa kalkar ve sevince gark olur ve kendilerini tören kabakları üzerine atarlar.

Sonra Tanrı, kendi mührü ile bunları mühürler.

Ve Büyük Tanrı, yeraltına inecek olan Tanrıya mühürlü bir karar verir. Ve o, aynı zamanda ona, isteklerini yapabilme yetkisini de verir.

Tanrı, dua ve oruç yolunda iyilik ve sadaka yapılmasını ister.

Fakat, idol kültü, mesela Seyid ad Din veya Şeyh Şams gibi herhangi bir idole ibadet oruçtan daha iyidir.

Bazı rahip olmayan kimseler, yaz aylarında veya kışın olsun, kırk gün süren bir oruçtan sonra bir Koçak’a ziyafet vermektir.

Eğer o Koçak bunun Sancağa verilmiş bir sadaka olduğunu söyler ise, o zaman onun orucu tutulmuş sayılmaz.

Yıllık ondalık vergi toplama zamanı geldiğinde, vergisini tümüyle ödemeyenler halsiz kalıncaya, hatta bazıları ölünceye kadar kırbaçlanırlar.

Roma ordusuna karşı mücadele edilebilsin diye Ezidi mezhebi için Koçak’lara para vereceklerdir.

Her Cuma, bir idole sunu olarak hediyeler götürülecektir.

Bu esnada tellal, bir Koçak’ın evinin çatısından yüksek sesle, bunun bir peygamber çağrısı olduğunu söyleyerek, ziyafete davet edecektir.

Bunu herkes huşu içinde ve saygıyla dinlemeli ve bunu işiten herkes olduğu yerde toprağa ve taşa secde edip öpmelidir.

Hiçbir Kavval’ın yüz kıllarının kesilmemesi bizim için kuraldır.

Evlilik konusunda bizim yasamıza göre, düğün sırasında Koçak’ın evinden alınan bir somun ekmeğin yarısı gelin ve damada, diğer yarısı kedi’ye verilir.

Kutsanmış olmak için, ekmek yerine, Şeyh Adiy’in mezar tozlarından bir parça da yenebilir.

Nisan ayında evlilik yasaktır, çünkü bu yılın ilk ayıdır.

Fakat bu kural Kavval’lar için geçerli değildir, onlar bu ay boyunca evlenebilir.

Din adamı olmayan bir kimse Koçak’ların kızıyla evlenemez.

Herkes kendi öz sınıfından bir kadın ile evlenebilir.

Fakat bizim Emir’imiz, kadın olarak kimi gönlü isterse onu sevebilir. Din adamı olmayan biri on ile seksen yaş arasındaki kadınlarla evlenebilir; bir yıl arayla farklı kadın alabilir.

Gelin, damadın evinin yolu üzerindeki her türbeyi ziyaret etmek zorundadır; o bir Hıristiyan kilisesi bile olsa, o aynısını yapmak zorundadır.

Damadın evine ulaşınca, onun otoritesine girdiğini ifade etmek üzere, gelin küçük bir taş ile kapıya vurur.

Ayrıca, gelinin fakir ve muhtaçları sevmek zorunda olduğunu göstermek için, bir somun ekmek başının üzerinde, sanki boğazı sıkılıyormuş gibi, parçalanır.

Hiçbir Ezidi Çarşamba ve Cuma akşamları karısıyla yatamaz.

Kim bu buyruğa aykırı hareket ederse, o bir kafir olur.

Eğer bir adam bir yakınının karısını çalmış ise, kadının eski eşi ya da kız kardeşi veya annesi, kadının çeyizini vermek zorunda değildir.

Kızlar babalarının servetinden miras alamazlar.

Bir genç kadın veya kız bir dönüm tarla gibi satılabilir.

Eğer evlenmeyi reddederse, o zaman babasına, kendi emeği ile kazandığı bir parayı ödeyerek kendini kurtarmak zorundadır.

Kitab-ı Reş burada bitiyor. Bir çok hikayeler anlatıldı, bazıları gizlice, bazıları açıkça.


(Alıntı: Safa Kaçmaz / Toplum ve Tarih )

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder