Gılgamış Destanı 5. Tablet


Kımıldanmaksızın Ormanın yakınlarında,

Seyrediyorlardı Sedirlerin (medeni toplumların) yüksekliğini (yüksek kültürünü ve zenginliğini),

( Araştırmacı Safa Kaçmaz, “İnsan Kurban Edilen Bir Hitit Ritüeli Üzerine” başlıklı bir çalışmasında şöyle diyor;

“Akad ritüellerinde ağacın cinsinin çok özel olarak ifade edildiklerini görüyoruz. Daha sonra sadece ve basitçe ‘ağaç’a dönüşmüş olsa da, eski toplumda, kutsal ağaç türleri farklı idiler. Lübnan sediri, Mersin ağacı, selvi, gibi. Bunların hiç olmazsa bir bölümü, aynı zamanda bir topluluğun tanımı olarak da kullanılmış görünüyor. Bugünkü “kereste/kalas/odun gibi adam” sözleri, Sufilerde ağaca, değneğe verilen değer, sunu törenlerinde ağaç cinsine özel itina ve bağlılık, bu anlamda dikkate alınmalıdır.”

Bu bilgiler ışığında, Destanın söz ettiği sedir ormanının özellikle tanımlanmış bir insan topluluğundan söz ettiği görülebilir. Gerek Destanın metin akışı, gerekse daha sonra kaleme alınan kutsal kitapların "doğru gövdeli ağaç" benzetmeleri, söz edilen o toplumun Tanrı inancını, yani insan sevgisini kaybetmiş toplumlar olduğunu gösteriyor. ) 


Ve gözden geçiriyorlardı Orman'ın girişini,

Huvava gidip geldikçe izler bırakmıştı orada,

Dik patikalar, çok belirgin yollar,

( Huvava’nın bıraktığı bu izler Kuran’da şöyle anlatılır; "Görmüyor musun ki gökten su indirdik ve onunla türlü ürünler çıkardık. Dağlarda da beyaz, kırmızı, siyah, türlü renkte yollar açtık. Fatır 35/27" 

Ayetlerin kelime derinliğine inildiğinde söz edilen izlerin dağ yolu değil, insanların gerçek hayat hakkındaki farklı fikir ve düşünceleri, farklı dinler ve mezhepler olduğunu görüyoruz. )


Ve uzaktan görünüyordu Tanrıların otağı,

Kutsal İrnini' nin tapınağı Sedir Dağı,

( Tanrıça “İrnini” konusunda görüş birliği yok. Bottero bu tanrıçanın bilinen bir Tanrıça olmadığını söylüyor. Landsberger ve Schott ise Aşk ve Savaş tanrıçası İnanna’nın İştar gibi farklı bir ismi olduğunu söylüyorlar.

Bu kelime sözlüklerde yok. Ancak yaşayan kelimelerin içinde bu kelimeye en yakın kelime “Aya İrini” kilisesinin ismi. Aya “kutsal, aziz” anlamına geliyor, İrini ise barışı simgeleyen bir horon oyunu. Tıpkı bizim Karadeniz horonlarına ve Güneydoğu halaylarına benzer bir kavram. Yani İrnini kelimesi, “Kutsal Barış”gibi bir anlama sahip olabilir. Hititlerin Gılgamış destanına sonradan eklediği 12. Bölümdeki Tanrıça İnanna’nın davul ve tokmağı hatırlandığında Lansberger ve Schott’un haklı olabilecekleri, Tanrıça İrnini’nin İnanna olabileceği anlaşılıyor. Ancak bu tespit meseleyi açıklamak için yetmiyor. Çünkü tapınaklara tanrıçaların ismi verilse de, söz ettiğimiz 6 büyük Dağ 6 büyük Tanrıya aittir ve Sedir Dağının da bilinen büyük bir Tanrısı olmalıdır. Destanın içinde geçen satırlar o tanrının tek tanrıya geçişten sonra Şeytan olarak nitelenecek olan Tanrı Enlil olduğunu gösteriyor. )


Karşısında bu dağın yaprak açmıştı Sedirler,

Güzel kokular saçıyordu serin gölgelikleri,

Sık bir çalılık bürümüştü Orman'ı, Sedirler, kokulu Ballukku'lar,

Bir Beru (10 km) bir hendek çevreliyordu onu,

( Nasıl bir hendek bu, kim açmış, niçin açmış? )

Sonra bir ikincisi, eni onun üçte ikisi,

( Sakın bu hendek, aklıma gelen O hendek olmasın? "Kahrolsun Hendek Sahipleri! Ateşin odunları! Onların çevresinde oturmuş, iman sahiplerine yaptıklarını seyrediyorlardı. Buruc 85/4-7 ) 


( Otuz beş satır kırık, okunamıyor...)

Huvava açtı ağzını, söze başladı ve şöyle dedi Gılgamış'a;

"Deliler ve akılsızlar mı öğütledi Gılgamış, gelip benimle dövüşmeni?

Hey Enkidu, Baba nedir bilmemiş ve tıpkı kaplumbağalar gibi hiç ana sütü emmemiş balık yavrusu,

Küçüklüğünden beri gözlüyordum seni, ama yanına uğramadım hiç,

Şimdi seni öldürürsem ferahlayacak yüreğim,

Çünkü sensin buraya kadar getiren Gılgamış'ı,

Bir düşmanı, öfkeli bir yabancıyı,

( Bu satırlar az önce okuduğumuz Hendeğin varlık nedenini açıklıyor. Gılgamış, Huvava’nın gözünde korunulması gereken yabancı bir düşmandır. Bu anlatıma biraz daha yükseklerden bakarsak, zengin-fakir, şehirli-köylü, kültürlü-kültürsüz, imanlı-imansız, din-bilim, tanrı-şeytan ikilemini anlattığı görülür. )

Hakkından geleceğim Gılgamış'ın,

Paralayıp boğazını cırlak yılanlara, kartallara, akbabalara vereceğim."

( Yılanlardan, kartallardan ve akbabalardan söz eden bu satırlar, ölülerin uzak tepelerde vahşi hayvanlara yedirildiği ve bir yıl sonra kemiklerinin toplanıp gömüldüğü Zerdüşt dinini hatırlatıyor. Zerdüşt dininin kitabı Avesta’da “daxma” adı verilen ölüm tepeleri günümüzde “sessizlik kuleleri” olarak biliniyor. Bu ölü gömme geleneği İran’da 1960 yıllarına kadar devam etmiş, Şah Rıza Pehlevi döneminde yasaklanmıştır. Ölü sahiplerinin ihtiyaçları için inşa edilen yapılar harabe halinde bugün hala ayaktadır. )

Bunun üzerine açtı ağzını Gılgamış, söze başladı ve dedi ki Enkidu'ya;

"Dostum, yüzünün ifadesi değişti Huvava 'nın,

( Okunamayan kırık satırlar var. Okunabilen kelimeler şunlar…)

Ve gövdesi...

Kalbim...

Hemen.."

( Enkidu’nun hemen aşağıda okuyacağımız sözleri, Gılgamış’ın bu kırık satırlarda merhametten ve bağışlamaktan yana bir tavır takındığını gösteriyor. )


Ama Enkidu açtı ağzını, söze başladı ve dedi ki Gılgamış'a;

"Dostum, niçin bir dilenci gibi başını öne eğerek,

Kelimeleri eğip bükerek konuşuyor ve kendini gizliyorsun?

Yapılması gereken şudur sadece,

Eriyen bakır, potaya doğru akmakta,

İki saat sürer akkor hali ve ardından soğuması,

( Enkidu bu benzetmeyi "ok yaydan çıktı, artık geri dönüş yok." anlamında kullanıyor. ) 


İstiyorsan bir tufan yaratmak ve öldüresiye vurmak,

( Tufan kelimesine ikinci defa rastladık ve ilkinde olduğu gibi burada da su, yağmur, sel anlamı yok. )

Terk etme bu yerleri, dönme geri,

Daha sert vur baltanla."

( Otuz satır kırık, okunamıyor...)

Huvava ile kapışan Gılgamış başından yaraladı onu,

Topuklarıyla vuruyorlardı yere,

Darmadağın oluyordu Herman'la Lübnan,

( Bottero, Sümer nüshalarında Lübnan isminin geçmediğini, ancak Asur nüshalarında Hermon ve Lübnan isimlerinin açık olarak yazıldığını bildiriyor. Bu bize, Gılgamış Destanını her toplumun kendi düşmanlarına göre uyarladığını gösteriyor.)

Sarstıkça onlar, karardı ak bulutlar,

( Bu ak bulutlara “Müzn” adıyla Kuranda da rastlıyoruz. Sözlükte, suyu az olan bulut, anlamı taşıyor. )

Ölüm yağıyordu üzerlerine kalın bir sis tabakası gibi,

Ve saldı Şamaş Dehşet fırtınalarını Huvava 'ya karşı;

Kuzey rüzgârı, Güney rüzgârı,

Doğu rüzgârı, Batı rüzgârı, Sürükleyen rüzgâr,

Boralar, Kasırgalar,

Ölümcül rüzgâr, Toz rüzgârı,

Hastalık rüzgârı, Dondurucu rüzgâr,

Ve Fırtına ve Hortum,

Yani On üç rüzgâr öyle bir yüklendiler ki ona,

( Bottero Mezopotamya kültüründe gücün rüzgârla ifade edilmesinin kültürel bir gelenek olduğunu bildiriyor. Bu güçleri henüz anlamlandırabilmiş değiliz. )

Yüzü karardı, ne ilerleyebiliyor, ne gerileyebiliyordu,

Gılgamış'ın silahları karşısında,

Huvava, bağışlasın diye yaşamını şöyle dedi ona;

"Sen daha çocuktun, anan dünyaya getirdi seni Gılgamış,

Bu Dağ'ın Kralı Şamaş yetiştirdi seni,

( Sedir dağının tanrısının Enlil olduğunu düşünmüştüm ama bu satır aksini söylüyor. Bu durumda tüm dağların ve tapınakların gerçek sahibinin Şamaş olduğu anlaşılıyor, en azından Gılgamış için. Belki de şöyle düşünmeliyiz; Barış Tapınağında tüm tanrılar barış içinde yaşar, düşmanlık yaratan insandır. )

Ey Uruk'un yiğit evladı Yüce Gılgamış,

Bundan böyle senin emrinde olacağım

Ve sana kendi elimle vereceğim istediğin tüm ağaçları,

Hatta mis kokulu ağaççıkları,

Senin kentinin yapılarını güzelleştirecek tüm ağaçları saklayacağım senin için."

Ama Enkidu açtı ağzını söze başladı ve dedi ki Gılgamış'a,

"Dostum, inanma Huvava 'nın sözlerine, erteleme isteklerini,"

( Otuz satır kırık, okunamıyor. Destan Huvava’nın Enkidu’ya yalvarışıyla devam ediyor. )

"Gılgamış'ın tasarısından ve Ormanımla ilgili niyetinden haberdarsın

Ve biliyorsun Ona ne söylemek gerektiğini,

Seni Ormanımın en kuytu yerine götürüp orada paralayabilir

Ve cırlak yılanlara, kartallara, akbabalara verebilirdim,

Enkidu, şimdi senin elindedir beni kurtarmak,

Söyle Gılgamış'a bağışlasın hayatımı."

Ama Enkidu konuşmak için açtı ağzını ve şöyle dedi Gılgamış'a;

"Dostum, Sedir Ormanı Bekçisi'ni boğazla, tepele, bitir işini,

Huvava 'yı, Sedir Ormanı Bekçisi'ni boğazla, tepele, bitir işini,

Yüce Tanrı Enlil onun dileğini duymadan

Ve gazabı üzerimize yağmadan Yüce Tanrıların,

Nippur'da Enlil'in ve Sippar'da Şamaş'ın,

Koru ölümsüz şöhretini Huvava 'yı tek başına yenerek."

( Otuz satır kırık, okunamıyor. Destan Huvava’nın barış teklifleri ile kesik kesik devam ediyor…)

Huvava bu sözleri duyunca,

"Onmasınlar...

Her ikisi de gebersin...

Dostu Gılgamış gibi...

Enkidu da asla kurtulamasın...

Ulaşamasınlar kıyıya dalgalardan kurtulup..."

( Hayatın bir tufan olduğunun en bariz ifadesini bu satırlarda buluyoruz.) 


Bunun üzerine Enkidu ağzını açtı, söze başladı ve şöyle dedi Gılgamış'a;

"Dostum, ne söyledimse fayda etmedi sana, dinlemedin beni,

Ben öldüreceğim Huvava 'yı."

İki kahraman tam beş kere kılıç sıyırdılar kınından,

Kurtulmak için bunlardan, Huvava sıçrıyordu,

Sonunda mızrak darbeleriyle öldürdüler onu,

Birden zifiri karanlıklara gömüldü Dağ,

( Güneş Tanrısı Şamaş’ın aydınlatmadığı o yeri Huvava / heva-heves aydınlatıyordu ve heves ölünce dünya karardı. Gerçekten de, biraz hevesi olmayan bir hayat donuk ve karanlık değil midir? Çoğumuz şeytanı, nefsi ve hevesi düşman biliriz, oysa onlardan tümüyle yoksun bir hayat anlamsızdır. ) 


Evet, zifiri karanlıklara gömüldü Dağ.

( Otuz sekiz satır kırık, okunamıyor. Destan sedirlerden söz ederek devam ediyor… )

Kesmek istedikleri Sedirlerin kabuklarını işaretlediler,

Gılgamış Sedirleri kesiyor, Enkidu da kütükleri ayırıyordu

Ve Enkidu açtı ağzını, söze başladı ve dedi ki Gılgamış'a;

“ Dostum, tepesi göğü delen inanılmaz yükseklikte bir Sedir kestik”

( Bu inanılmaz yükseklikteki Sedirin hatırası yok olmamış, Tevrat şöyle anlatıyor;

"Asur'a bak! Lübnan'da bir Sedir ağacıydı, Ormana gölge salan güzel dalları vardı. Çok yüksekti, tepesi bulutlara erişiyordu. Hez.31: 3"

Yukarıda okuduğumuz Tevrat ayeti, Gılgamış Destanının Babil ile Asur arasında yaşanan dinsel ve kültürel bir çatışmayı anlattığını gösteriyor. Destanda Gılgamış Din kavramını, Huvava ise Bilim kavramını temsil ediyor. )


Bir kapı kanadı yap ondan; Yüksekliği Altı Ninda (36 mt),

Eni İki Ninda (12 mt), kalınlığı Bir Arış (50 cm),

Ve orta, alt, üst eksenlerinin her biri Bir Ninda (6 mt) olsun,

Nippur' a götüreceğiz onu, Fırat'tan geçirerek

Ve bir bayram sevinci yaşayacak Nippur,

( 36 mt demek, 12 katlı bir apartman yüksekliği demektir. Tarihte sadece kapısı 36 mt olacak kadar yüksek bir tapınak var mı? Bırakın tarihi, gökdelenlerin yükseldiği bu devirde var mı? Anlıyorsunuz ki bu kapı başka bir kapı, bu yükseklik başka bir yüksekliktir. Bu kapı, Tanrılar Dünyasına açılan anlayış kapısıdır. Bu kavram Tevrat, İncil ve Kuran’da da çok önemsenir. İşte birkaç örnek;

“ Kaldırın başınızı ey kapılar! Açılın ey eski kapılar! Yüce Kral girsin içeri! Tevrat/Mez.24: 7”

Bu Tevrat ayetindeki eski kapıların eski anlayışlar olduğundan kuşku yoktur.

“ Ne mutlu ok kılıfı onlarla dolu insana! Kent kapısında hasımlarıyla tartışırken Utanç duymayacaklar. Tevrat/Mez.127: 5”

Eski zamanlarda mahkemeler kent kapısında yapılırmış. Belki de Gılgamış’ın Kent kapısında savaşmasının nedeni budur.

“ Size doğrusunu söyleyeyim, koyun ağılına kapıdan girmeyip başka yoldan giren kişi hırsız ve hayduttur. Kapıdan giren ise koyunların çobanıdır. Kapıyı bekleyen ona kapıyı açar. Koyunlar çobanın sesini işitirler, o da kendi koyunlarını adlarıyla çağırır ve onları dışarı götürür. Kendi koyunlarının hepsini dışarı çıkarınca önlerinden gider, koyunlar da onu izler. Çünkü onun sesini tanırlar. Bir yabancının peşinden gitmezler, ondan kaçarlar. Çünkü yabancıların sesini tanımazlar.” İsa onlara bu örneği anlattıysa da, ne demek istediğini anlamadılar. Bunun için İsa yine, “Size doğrusunu söyleyeyim” dedi, “Ben koyunların kapısıyım. İncil/Yuhanna 10:1-7 ”

“ Dar kapıdan girin. Çünkü yıkıma götüren kapı geniş ve yol enlidir. Bu kapıdan girenler çoktur. Oysa yaşama götüren kapı dar, yol da çetindir. Bu yolu bulanlar azdır. İncil/Matta 7/ 13-14”

“Vay halinize ey Yasa uzmanları (din adamları)! Bilgi kapısının anahtarını alıp götürdünüz. Kendiniz bu kapıdan girmediniz, girmek isteyenlere de engel oldunuz. İncil/Luka 11/52”

“ Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayıp büyüklenenlere gök kapıları açılmaz. Kuran/Araf 7/40”

“Onun (cehennemin) yedi kapısı vardır. Onlardan her gruba bir kapı ayrılmıştır. Kuran/Hicr 15/44 ”

“Koruyup korunanlara ise cennet kapıları açılır. Kuran/Zümer 39/73” ) 


Bir sal yaptılar bunun için,

Enkidu bindi sala,

Gılgamış elinde tutuyordu Huvava 'nın başını.

(Beşinci tabletin sonu)

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder