Gılgamış Destanı 7. Tablet


Sonra sabah oldu ve Enkidu Gılgamış'a seslendi;

"Dostum, dinle bu gece gördüğüm rüyayı,

Anu, Enlil, Enki ve Gökteki Şamaş toplanmış konuşuyorlardı

Ve Anu şöyle dedi Enlil'e;

Öldürdükleri için Gökyüzü Boğası'nı (gelişmeyi) ve Huvava'yı (hevesi)

Ve içlerinden hangisi yok ettiyse Sedir (katran/günah) Dağı'nı, Onun ölmesi gerekir.

( Bu satırlardan tanrıların yeniliği ve yaşama zevkini destekledikleri, yok edilmesini hoş karşılamadıkları sonucu çıkarılabilir. )


Ve yanıtladı Enlil; Enkidu'nun ölmesi gerekir, ama Gılgamış ölmemelidir.

( Göklerin boğasını Gılgamış, Huvava’yı Enkidu öldürmüştü ve Tanrı Enlil’in bu hükmünün çok derin bir hikmeti var. İnsanoğlu kırılan bir boğa heykelinin yerine daha yenisini ve daha büyüğünü koyabilir. Ama insanların yaşama zevkini öldürürseniz tanrısal hayat durur. Enkidu’nun suçu bu nedenle daha ağırdı. )

Bunun üzerine Gökteki Şamaş yanıtladı Yiğit Enlil'i;

Sen (Ben) emrettiğin (emrettiğim) için öldürmediler mi Gökyüzü Boğası'nı ve Huvava'yı?

( Oldukça karışık bir konuya geldik. Bottero bu satırı, “Ben” zamiri ile çevirmiş ve Huvava’nın ölüm emrini Şamaş’ın verdiğini düşünmüş. Landsberger ise satırı “Sen” zamiri ile okumuş ve ölüm emrini Enlil’in verdiğini düşünmüş. Hatta satırın altına eklediği dip notta, bu satırda Bottero gibi “Ben” zamirini kullanan soydaşı ve meslektaşı Albert Schott’u eleştirerek şöyle demiş; “ Schott Hitit Boğazköy tabletlerine dayanarak “Ben” zamirini kullanıyor. Oysa ben Destanda emri Şamaş’ın verdiğine dair en küçük bir belirti görmüyorum. Bu yolculuğu Gılgamış planlamış ve hedefi de kendisi koymuştu.”

Birazcık Kuran bilgim olmasaydı elbette bu tartışmanın içine girmeye cesaret edemezdim. Ancak, okuduğum Kuran bana Landsberger’in haklı olduğunu, bu satırdaki zamirin “Sen”, yani Enlil olduğunu söylüyor.

Rüzgar Tanrısı Enlil, tanrıların imtihan rüzgarıdır. Tıpkı bir nefes gibi insanın içine girer ve Onu baştan çıkarıp şeytana çevirir. Bir yandan Gılgamış’ı, bir yandan Huvava’yı. Her şey olup bittikten sonra da, burada olduğu gibi bir kenara çekilir ve Gök Tanrıyla bir olup sorgular. Tıpkı Kuran’da dediği gibi;

“ Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermişti de, bugün sizi yenebilecek hiç kimse yoktur, zaten ben de size yardım edeceğim, demişti. Fakat iki ordu karşılaşınca ardına döndü ve dedi; Ben sizinle birlikte değilim, sizin görmediğinizi görüyor ve korkuyorum, çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir, Enfal 8/48”

Tanrısallık ve insanlık, işte böyle iç içe geçmiş eşsiz bir yaratılış. )


Enkidu, masum olduğu halde ölecek mi?

Ama Enlil öfkeyle Gökteki Şamaş'a döndü;

Sen onların dostlarından biri olduğun için böyle konuşuyorsun,

Onlara destek vermekten bir gün bile geri durmadın.

( Bu satırlarda Enlil yaşama sevincini, Şamaş aklı ve bilgiyi savunuyorlar. )


Enkidu sonra şöyle dedi Gılgamış'a;

"Dostum, Yüce Tanrılar niçin toplandılar,

Gidelim dostum, Nippur' a gidelim, Enlil’in Tapınağına."

Girişinde Enlil Tapınağının,

Gördü bu tanrıya adadığı kapı'yı ve gözlerini kapı'ya doğru kaldırarak,

Kapı'yla konuşmaya başladı Enkidu, bir insanla konuşur gibi;

"Ey Kapı, Sen ki ulu ağaçtan yapıldın, Akıl yok, Bilgi yok sende,

Bulacağım diye keresteni Yirmi Beru (200 km) yol yürüdüm de,

( 5. tabletin sonlarında kapı kavramını incelemiş ve onun tanrısal bilgi ve iman olduğunu görmüştük. Dünyaya gelen her insan Tanrılar Dünyasına açılan bir kapıdır. Enkidu bu satırlarda insanı bir kapıya benzetiyor ve insanlığa hitap ediyor. )

Eriştim Sedirlerin en yükseğine, bir eşi daha yok senin kerestenin,

( Eşi olmayan kereste hiç şüphesiz insan, yüksek kapı ise insanın yükselttiği bilgi ve imandır. )

Yüksekliğin Altı Nintu (36 mt), enin İki Nintu (12 mt), kalınlığın Bir Arış (50 cm),

Her biri Bir Nintu (6 mt) orta, alt ve üst eksenlerinin.

Seni yaptıktan sonra Nippur'a, Enlil’in Tapınağı'na taşıdım,

Ey Kapı, bilseydim eğer senden böyle bir iyilik göreceğimi,

( Gılgamış’la Enkidu’nun yaptığı Müslüman mahallesinde salyangoz satmaya benziyor. Şeytanın tapınağına iman kapısı takmaya çalışıyorlar. )

Baltamla paramparça ederdim seni,

Ve senin parçalarından bir sal yapardım,

Ve buna rağmen, seni ben yapmıştım ey Kapı,

Ben getirmiştim seni Nippur'a,

Yok olup gitsen keşke,

Geleceğin bir kralı lanetlese seni,

Bir tanrı yerle bir etse seni,

Senin üzerine kazınmış adımı,

Silip bir başkası kendi adını yazdırsa keşke."

( Gılgamış Destanı MÖ 2650 yıllarındaki çok tanrılı dönemde yazılmıştı. Ne gariptir ki, bu satırlar yazıldıktan 650 yıl sonra tanrılar Enkidu’nun duasını kabul ettiler. MÖ 2000 yıllarında tüm tanrılar bugün bizim Allah dediğimiz Tanrı Marduk ismi altında birleştiler ve Tanrı Enlil (değilse bile taraftarları) kovulmuş şeytan adı verilerek lanetlendi. ) 


Ve parçalayarak giysilerini, fırlatıp attı yere.

Bu sözleri duyunca hemen yankıladı Gılgamış,

Oysa gözyaşlarına boğuyordu Onu bu sözler.

Gılgamış açtı ağzını, söze başladı ve şöyle dedi Enkidu'ya;

"Uzak görüşlü ve sağduyulu dostum,

Düşüncesizce konuştun,

Niçin yüreğinden döküldü böylesine saçma sözler?

Çok güzel bir rüya bu,

Korkun ne kadar büyük olursa olsun,

Ve sinekler gibi vızıldasa da dudakların,

Seni kaygılandıran birçok şeye rağmen, çok güzel bir rüya bu,

Hayra alamettir Tanrıların seni kaygılandırması,

Hayra alamettir bu rüyanın seni kaygılara salması,

Gidelim Yüce Tanrılara yakarmaya senin için,

Gideceğim senin koruyucu tanrını bulmaya,

Enlil’e, Yüce Tanrıların Tanrısı'na yakarmaya,

Tanrılar Tanrısı Enlil sana acısın diye,

Altından bir heykelini yapacağım senin adak niyetine,

Tasalanma artık dostum, gör bak nasıl etkileyecek onu bu altın,

Enlil'in buyurduğu Kral buyrukları gibi değildir,

Buyurduğu şeyden geri dönmez O,

Vazgeçmez ondan karar verdi mi bir şeye,

Hayır, geri dönmez, vazgeçmez ondan,

Dostum, çünkü böyle yazılmıştır insanların alınlarına."

Tanyeri ağardığında, Enkidu başını Şamaş'a doğru kaldırıp ağlamaya başladı,

Gözyaşları ışıldıyordu Şamaş'ın parlak ışıklarında;

"Sana şikâyet ediyorum Şamaş,

Bana düşmanca bir kader çizen,

Bu avcı kılığındaki Tuzakçıyı,

Beni eski sevdiklerimden ayırdı,

O sahte Avcı da ayrı düşsün sevdiklerinden,

Kazancı eksilsin, geliri azalsın,

Büründüğü çuldan başka hiçbir şeyi kalmasın,

Kurduğu tuzaklara düşmesin avlamak istediği hayvanlar (insanlar),

Kaçıp kurtulsunlar bir bulut gibi."

( Enkidu iman sahibi klasik bir dindardır ve son cümleleri şöyle tercüme edilebilir; “Kimse bu medeniyet tuzağına düşmesin, kaçıp kurtulsunlar.” )

Avcı'ya ilenince, Yosma'ya da ilenmek geldi içinden;

"Sana gelince Yosma, sonsuza dek sürüp gidecek bir alın yazısı biçeceğim sana,

Karşı konulmaz bir alın yazısı olacak bu,

Ve asla kurtulamayacaksın bundan,

Asla mutlu bir yuvan olmayacak,

Asla sevip okşayamayacaksın koca diye bir adamı,

Asla giremeyeceksin diğer kadınların düğününe, yemeğine,

Arpa suyunun (bira) tortusuyla kirlenecek güzel göğüslerin,

Sarhoşların kusmukları bulaşacak giysilerine,

Asla güzel kokular sürünemeyeceksin,

Yitireceksin ne varsa elinde avucunda,

Kapı önlerinde sevişeceksin, meskenin kaldırımlar olacak,

Yapayalnız yaşayacak, kenar mahallelerde sürteceksin,

Çalılar ve dikenler kanatacak ayaklarını,

Sarhoşlar ve ayyaşlar pataklayacaklar seni,

Arkandan küfredecekler sokaklarda,

Dam aktarıcılar gelmeyecek korkudan evinin çatısını onarmaya,

Baykuş yuva kuracak evine, asla sofra kurulmayacak evinde,

Çünkü ben karımın yanındayken özgürdüm de, sen köle yaptın beni,

Ve böylece aldatıp haksızlık ettin bana."

( Enkidu’nun karısından söz eden bu satırlar Bottero’nun da dikkatini çekmiş ve dip not düşmüş. "Öyle anlaşılıyor ki, zannettiğimiz gibi maymuna benzeyen kıllı bir yaratıktan söz etmiyoruz. Enkidu, medeniyetten uzak yaşayan kırsal toplumları temsil ediyor." )

Şamaş Enkidu'nun söylediklerini duyunca gökten seslendi ona;

"Ama Enkidu niçin ileniyorsun sen Yosma'ya?

Seni o besledi kutsal yemeklerle, O giderdi senin susuzluğunu güzelim içkilerle,

Bir harmaniye ile donattı seni ve dost olmanı sağladı bu görkemli Gılgamış'la,

Şimdi sana bir dost, bir öz kardeş değil mi o?

Şahane bir yatakta dinlendirecek seni.

Sol yanında sana değişmez bir yer hazırladıktan sonra,

Rahat bir döşeğe yatıracak seni,

Ayaklarını öpmeye (secde etmeye) gelecekler ülkenin prensleri,

Uruk ahalisi gözyaşı döküp ağıt yakacak sana,

Ve Gılgamış yas tutacak senin için, uyruklarının en görkemlisi için,

Ve sen öldükten sonra Gılgamış saçlarını uzatıp,

Sadece bir aslan postuna bürünerek dolaşacak bozkırda."

Yüce Şamaş' ın böyle konuştuğunu duyunca,

Öfkesi yatıştı hemen ve kızgınlığı geçti Enkidu’nun,

Haydi Yosma, dedi; "Bir başka alın yazısı dileyeceğim sana,

Sana ilenmiş olan bu dudaklar seni kutsayacak şimdi,

Prensler ve Beyler âşıkların olacak senin,

Senden Bir Beru (10 km) uzaktaki er kişi kalçasına vuracak sabırsızlıktan,

Saçını başını yolacak birçokları İki Beru (20 km) uzaktan,

Ve asker daha fazla beklemeksizin çözecek kılıç kayışını,

Elmasa, lacivert taşına ve altına boğacaklar seni,

Sana paha biçilmez küpeler hediye edenin,

Bereketli yağmurlar yağacak tarlasına ve diz boyu olacak ekinleri,

Tanrıların tapınaklarına bile kabul edileceksin,

Yedi çocuk anası da olsa, kocalar karılarını terk edecekler senin uğruna."

Ama Enkidu sararıp soluyordu yatağında yapayalnız,

Yattığı yerden Dostuna açıkladı içinden geçenleri;

"Dostum, bu gece bir rüya daha gördüm;

Gök gürlüyor, Yer de yankılıyordu bu gürlemeyi,

Oysa ben ayakta duruyordum onların arasında,

Anza'ya benzeyen, heybetli, karanlık yüzlü bir yaratık vardı,

Elleri aslan ayakları, tırnakları kartal pençesi gibiydi,

Saçlarımdan yakalayıp sımsıkı tuttu beni,

Ben kendisine vurmak istedikçe ip atlar gibi sıçrıyordu;

Ama O bana vurduğunda ben çuval gibi yere düşüyordum.

Ve bir yaban öküzü gibi tepiniyordu üzerimde,.

Gövdemi kollarıyla sıktıkça boğulacak gibi oluyordum,

Boşuna bağırıyordum "Kurtar beni, dostum" diye,

Kurtaramıyordun beni, korkuyordun,

( Dört satır kırık, okunamıyor...)

Bir güvercine dönüştürdü beni,

Ve kollarım tüylerle kaplanmıştı bir kuşun kanatları gibi,

( Ölülerin kuşa benzetilmesinin nedeni ruhların uçma özelliğini yansıtmak olabilir. )

Kaptığı gibi beni Karanlık Ev'e, Irkalla'ya,

İçine girenlerin bir daha asla çıkamadıkları Ev'e,

İçindekilerin karanlıkta oturdukları,

Kumlu toprak ve kilden başka bir şey yemedikleri,

Giysileri, kuşlar gibi tüylerle kaplı,

Asla gün ışığı görmeyen karanlıklara yığıştıkları,

Yere götürdü, dönüşü olmayan yoldan,

Ve ben girince bu Tozlu Eve,

Kral taçlarını yerlerde gördüm,

Vaktiyle tahtlarda oturmuş bu taçlı başlardan,

Anu'nun ve Enlil'in sofralarında ızgara et yiyenlerden,

Yayılan bir uğultu çalındı kulağıma,

( "Ve uzaktan, onun (cehennemin) öfkeli uğultusunu işitirler. Furkan 25/12")

Kuru ekmek yiyip, soğuk su içiyorlardı şimdi,

Ve içine girdiğim bu Tozlu Ev'in sakinleriydiler,

Başpapazlar, ulu danişment kişiler, Büyücüler, ayinleri yönetenler,

Ve Yüce Tanrılar'ın aklayıcıları Etana, Samukan ve Cehennem Tanrıçası Ereşkigal,

Elinde tuttuğu bir tableti çömeldiği yerden,

Yüksek sesle okuyordu ona Yazıcı Belit-Şeri,

O sırada kaldırıp başını bana baktı Kraliçe,

Ve dedi; Kim getirdi buraya bu adamı?"

( Sekiz satır kırık, okunamıyor. Okunabilir sözcükler şunlar…)

…Mezar…

…Ereşkigal…

…bir Tufan…

"Ben ki senin yanında bunca tehlikeye göğüs germiştim,

Hatırla beni dostum, unutma çektiklerimin hiçbirini."

( Destan bu bölümde ölüm ve mezar temasını işliyorsa da, sonraki yüzyıllarda bu anlatımın insanların yaşama sevincini olumsuz etkilediği fark edilmiş ve mezar anlatımından vazgeçilerek ölümsüz hayattaki cehennem anlatımına ağırlık verilmiştir. )

Gılgamış diyordu kendi kendine; "Dostum çok kötü bir rüya gördü

Ve o rüyayı gördüğü günden beri güçlerini yitirdi."

Bu sırada Enkidu yatağındaydı,

Birinci gün, İkinci gün, kalkamıyordu yerinden, daha beter hastalandı,

Üçüncü gün, Dördüncü gün, değişen bir şey olmadı,

Beşinci gün, Altıncı gün, Yedinci gün, değişen bir şey olmadı,

Sekizinci gün, Dokuzuncu gün, Onuncu gün de geçti,

Sonra, Enkidu'nun hastalığı daha da ağırlaştı,

On birinci ve On ikinci gün değişen bir şey olmadı,

Bunun üzerine Enkidu yatağında doğruldu, Gılgamış'a seslenerek şöyle dedi;

"Demek ki Şamaş'a yakarmam fayda etmedi dostum,

Yardım etmişti bana Ormana yürümekten korktuğumda,

Ama o zaman yardımıma koşmuş olan O, beni terk etti şimdi,

Demek ki ben, çıkmamalıymışım senin sözünden."

( Enkidu geç de olsa Gılgamış’ın Huvava karşısındaki yumuşak tavrının nedenini ve kendi sert tavrının yanlışlığını anlamıştır. )

Enkidu, bu yüzden hastalanmış yatıyordu Gılgamış'ın gözü önünde,

Gözyaşlarını tutamayan Gılgamış şöyle dedi Ona;

"Kardeşim, sevgili kardeşim, benden ayırmak istiyorlar kardeşimi,"

Ve devam ediyordu; "Şu halde benim de Ölülerin mekanına yerleşmem,

Ölüm'ün eşiğini geçmem ve sevgili kardeşimin ölümünü,

Asla kendi gözlerimle görmemem gerekecek,

Dostumun..."

(Yedinci tabletin sonu)


***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder