İlahlar, Dinler, Kitaplar, İmanlar tarihinden günümüze kalan anlamlar ve Kuran'a yansımalar.
Ana sayfa ön bilgi
Değerli misafir,
Bu küçük kütüphane, kuranokuru.blogspot.com adresindeki Kuran çeviri çalışmasında yararlandığımız temel kaynaklardan oluşuyor. Bilindiği gibi İslam diğer dinlerden bağımsız ayrı bir din değildir. Bizzat Kuran kendisini onların devamı, tasdik veya tashih edicisi olarak tanıtır.
Rahim (doğurganlık, gelişme, gelecek, değişim) gerçeğine bağlı olarak sayısız farklı konuda sayısız yeni kitabın yazıldığı ve yeni oluşan bazı gerçeklerin bazı eski gerçekleri eskitip değiştirdiği kuşkusuzdur. Esasen Kuran metinleri de eski kültürlerden değişerek intikal eden örtü/zırh, at/şöhret, ağaç/doğruluk, nehir/bolluk gibi değişmiş eski kavramlarla örülüdür. Hatta evlenme, boşanma, zina, miras konularındaki bazı değişimler Hz. Muhammet'in sağlığında gerçekleşmiştir. Kuran bu gerçeği şöyle ifade eder; " Biz bir ayeti kaldırır veya unutturursak, onun yerine benzerini veya daha iyisini getiririz. Bakara 2/106."
Burada toplamaya çalıştığımız bu eski kaynaklar ise Kuran'ın Rahman ismini verdiği geçmişe aittir. Onları tanımakla Rahman ile Rahimi, yani geçmişle geleceği birbirine daha kolay bağlamış ve kutsadığımız besmeleyi daha doğru okumuş olacağız.
Yayınlanan metinlerin Sümer, Akad, Babil ve Hitit dönemlerine ait olanlarını araştırmacı Safa Kaçmaz'ın "Toplum ve Tarih" arşivinden alıntıladık. Diğerleri de gerek kitapçılarda, gerekse İnternet ortamında kolaylıkla bulabileceğiniz metinlerdir. Onlardan farkı, satır aralarında verilen açıklamalarla Kuran ile olan benzerlik ve farklarına işaret edilmesi ve yapılan yorumlardır. Sağ sütunda kitaplarla ilgili olarak verilen ön bilgileri okumanızı özellikle öneriyoruz. Bu bilgiler sizin bütüne bakmanızı kolaylaştıracaktır.
Metin yüklemeleri tamamlanmış olup düzeltmeler ve açıklamalar devam etmektedir. Okuma metinleri altındaki yorum kutularını kullanarak görüş bildirebilirsiniz.
İyi okumalar.
Ezidi Kitab'ül Celve (Tecelliler Kitabı)
Ben ki vardım, varım, sonsuza dek var olacağım; tüm yaratılmışlara hükmüm geçer, tüm olaylar ve benim gücüm altındaki varlıklarla ilgili her şey, benim buyruğumla olur.
Kim bana inanır da gereksindiğinde beni çağırırsa, ben hemen onun yanındayım, benim var olmadığım hiçbir yer düşünülemez.
Beni benimsemeyen kimselerin, kendi isteklerine uygun olmadığı için kötülük diye nitelendirdikleri tüm olaylar, benim istediğimle olur.
Her çağın bir Yönetici Vekili vardır, onu ben seçerim.
Her kuşakla birlikte, bu Dünya'nın Başkanı da değişir.
Başkanlar sırayla gelirler, kendi dönemleriyle ilgili görevlerini yerine getirirler.
Yaratılıştan kazanılan özelliklerin değerleriyle orantılı olarak, suçları bağışlarım.
Kim ki bana karşı çıkar, acılar ondan eksik edilmeyecektir.
Başka hiçbir Tanrı benim işlerime ve yaptıklarıma karışamaz. Ben neye karar verirsem, o olur.
Yabancıların ellerinde bulunan kutsal kitaplar, peygamberler ve havariler tarafından yazılmış olsalar bile, artık geçersizdirler. İsyancı bir nitelik kazanmışlardır ve bozulmuşlardır. Bunlar birbirlerini yalanlamakta ve geçersiz kılmaktadırlar.
Doğru olanla yanlış olan arasındaki ayırım, yaşanılan çağın koşullarına göre yapılacaktır.
Bana inananlara verdiğim sözleri yerine getireceğim. Belirli dönemler için yetkilerimi devrettiğim akıllı ve sevgili vekillerimin yargılarına göre, kullarımla aramdaki sözleşmeye uyacağım ya da uymayacağım.
Olayların gelişimini dikkate alırım; içinde bulunulan zamanda yararlı olan neyse, onu uygularım.
Benim eğitmenliğimi kabul edenleri yönlendirir, eğitirim. Onlar bana uymakla, ruhun duyacağı sevinç ve zevklerin en büyüğüne kavuşurlar.
2. Bölüm
Çok iyi bildiğim tüm yöntemlerle, Adem oğullarını ödüllendirir ve cezalandırırım.
Yeryüzünde, üstünde ve altında ne varsa, benim denetimimdedir.
Öbür ırklara yardım etmeyi üstlenmem, ancak onlara iyilik yapmaktan da uzak durmam, hele benim seçilmiş topluluğumdan ve bana uysallıkla hizmet edenlerden bunu hiç esirgemem.
Sınadığım insanlara etkin denetim yetkisi veririm. Bu insanlar benim irademe uygun olarak, belirli durumlarda, bana inanıp öğütlerimi tutanlara yardım ederler.
Alan da benim, veren de. Zengin eden de benim, fakir eden de. Mutlu eden de benim, mutsuz eden de.
Bütün bunlar, koşullara ve zamana uygun biçimde gerçekleşir.
Benim işlerime karışmak ve herhangi bir insanı denetimimden çıkarmak hakkına ve yetkisine sahip hiçbir güç yoktur.
Bana engel olmaya çalışanların üzerine acılarla hastalıklar yağdırırım.
Kim benim buyruklarıma uyarsa, öbür insanlar gibi ölmez.
Bu aşağılık dünyada hiç kimsenin, kendisi için belirlediğim süreden fazla kalmasına dayanamam,
Ama istersem, ruhunu başka bir bedenin içine sokarak onu bu dünyaya iki kez, üç kez, ya da daha fazla geri gönderirim. Bu, evrensel bir yasadır.
3. Bölüm
Ben, kitap göndermeksizin yol gösteririm.
Sevdiklerime ve benim öğretilerimi benimseyenlere, gizli araçlarla doğru yolu gösteririm.
Uyulmasını istediğim kurallar, bunaltıcı değildir, koşullara ve zamana göre belirlenmiştir.
Kurallarıma karşı çıkanları öbür dünyalarda cezalandırırım.
Adem oğulları, yapılması istenen şeyleri bilmezler, bu yüzden sık sık yanlışlığa düşerler.
Yerdeki ve gökteki hayvanlar, denizdeki balıklar, hepsi benim yönetim ve denetimim altındadır.
Yerin bağrındaki gizli hazineler ve başka şeyler, benim bilgimin içindedir. Onların tek tek bulunup alınmasına olanak sağlarım.
Bunlara sahip olacak kimselere ve benden zamanında dilekte bulunanlara gizli işaretlerimi, mucizelerimi gösteririm.
Bana ve bana inananlara karşı yabancıların göstereceği düşmanlık ve direnme, ancak kendilerine zarar verir. Çünkü bilmezler ki güç ve zenginlik benim ellerimdedir ve ben bunları Adem oğullarından hak edenlere veririm.
Dünyaların yönetimi, çağların arka arkaya gelip gidişi, vekillerimin her çağda değişmesi, sonsuza dek benim yetkimdedir.
Her kim oraya dürüstçe yürümezse, ben kendim belirleyeceğim bir zamanda onu cezalandıracağım ve başladığı yere geri göndereceğim.
4. Bölüm
Mevsimler dört tanedir, unsurları da dört tanedir. Bunları ben, yarattıklarımın ihtiyaçlarını gidermeleri için bağışladım.
Yabancıların kutsal kitapları, ancak benim kurallarıma uygun oldukları, bana karşı çıkmadıkları ölçüde tarafımdan kabul görürler. Yine de bunlar, çoğunlukla saptırılmışlardır.
Üç tanesi bana karşıdır ve ben üç addan nefret ederim.
Benim gizlerimi açığa vurmayanlar için, ödüllendirme konusundaki sözümü tutacağım.
Benim uğruma acı çekmeye katlananları, kuşku duyulmasın ki, dünyalardan birinde ödüllendireceğim.
Benim yolumdan gidenler, kendilerine düşman olanlara ve yabancılara karşı cemaat hâlinde yaşasınlar.
Ey siz benim kurallarıma uyanlar, benim tarafımdan iletilmeyen düşünceleri kafanıza sokmayın. Yabancıların yaptığı gibi sakın adımı ya da bana yakıştırılan adları ağzınıza almayın, yoksa günaha girersiniz. Çünkü bu konular sizin kavrayışınızın üzerindedir.
5. Bölüm
Beni simgeleyen şeylere ve resimlere saygı gösterin. Çünkü onlar size, benim kurallarıma aykırı olan davranışlarınızı hatırlatacaktır.
Yardımcılarımın buyruklarına uyun ve sözlerine kulak verin ki, benden aldıkları öte dünya bilgisini size iletsinler.
(Alıntı: Safa Kaçmaz / Toplum ve Tarih )
***
Ezidi Mushafı Reş (Kara Kitap)
Başlangıçta Tanrı, kendi yüce özünden Beyaz İnci'yi yarattı ve Angar adlı bir kuş yarattı.
( Midye türü canlıların hızlı üremesinden dolayı inci eski kültürlerde üreme ve doğurganlık sembolü olarak kabul ediliyor. Beyaz ise saflığın ve temizliğin ifadesidir. Angar, Zümrüd-ü Anka olarak bilinen ve hayallerin ötesine uçtuğu kabul edilen akıldır. Antik Mısırda Ankha olarak bilinir. )
Ve Beyaz İnci'yi kuşun sırtına koydu ve Beyaz İnci orada kırk bin yıl oturdu.
( Beyaz İncinin insanı Angar'ın aklı sembolize ettiği kabul edilirse, aklın üzerinde yükselen insanlıktan söz edildiği düşünülebilir. )
İlk gün, yani pazar günü, Tanrı Melek Anzazil’i yarattı. Ve o, hepsinin başkanı olan Tavus Melek 'tir.
( İbranice'de El tanrı, Azeez desteklenmiş demek. Azazil “tanrı tarafından desteklenen” anlamı taşıyor. Kabala araştırmacılarına göre şeytanın kovulmadan önceki ismidir, Kuran’da İblis olarak geçer. Bu kavramın çevresinde, günah keçileri, nefilimler, anunnakiler, devler gibi çeşitli yorumlar yapılmakta. )
Pazartesi günü Tanrı, Melek Dardael’i yarattı. Ki o, Şeyh Hasan'dır.
Salı günü, Melek İsrafel'i yarattı. Ki o, Şeyh Şams ad Din dir.
Çarşamba günü, Melek Mihael’i yarattı, o da Abu Bekr'dir.
Perşembe günü, Melek Azrael’i yarattı ki, o Sacad ad Din'dir.
Cuma günü, Melek Semnael’i yarattı; o da Nasir ad Din’dir.
Cumartesi günü, Melek Nurâel’i yarattı ki, o Yadin, yani Fahr ad Din’dir.
( Yukarıdaki satırlarda Ezidilerin Arapça isimlerle kişileştirdiği 7 melek ismi okuduk. Şimdi, en eski yazılı örneği MÖ 300 yıllarına ait olan ama inanç kökleri Mezopotamya'ya kadar uzanan Enok'un kitabından bazı satırlar okuyacağız. Enok'un Kitabı, Kuran'ın Müddessir 74/30 ayetinde söz ettiği 19 meleği şöyle sayıyor;
" Liderlerinin isimleri şöyleydi: Semyaza(1), Araklba(2), Rameel,(3) Kokablel(4), Tamlel(5), Ramlel(6), Danel(7), Ezeqeel(8), Baraqiyal(9), Asael(10), Armarel(11), Batarel(12), Ananel(13), Zaqiel(14), Samsapeel(15), Satarel(16), Turel(17), Yomyael(18), Sariel(19). İki yüz meleğin liderleri bunlardı. Enokun 1. Kitabı 7: 9"
Ezidi melekleri ile Yahudi melekleri arasındaki isim benzerlikleri, tek tanrılı İbrahimi dinler ile çok tanrılı Mezopotamya dinlerinin ortak inanç köklerine sahip olduklarını gösteriyor. )
Ve Melek Tavus'u her şeyin yöneticisi yaptı.
Ondan sonra Tanrı, yedi Göğe, Dünya’ya, Güneşe ve aya şekil verdi, onları biçimlendirdi.
( Yedi göğün, insanlığın gelişme süreci içinde oluşan yedi sosyal yapı olduğunu biliyoruz. Bu yedi yapı; Askerler, Din adamları, Hekimler, Yapı ustaları, Hazinedarlar, Çiftçiler ve Çobanlardır. Katı kurallarla ayrılmış bu sınıflama Hindistan'da "kast sistemi" olarak bilinmekte ve hala yaşamaktadır. Bu yedi sosyal sınıf günümüzde, Savunma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Tarım Hayvancılık Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı olarak tanıdığımız devlet yapılanması ile korunmaktadır. )
Buna karşılık Fahr ad Din ise
İnsanı, Kuşları ve tüm hayvanları yarattı ve bunların hepsini örtülerin arasına yerleştirdi ve meleklerle birlikte İnci’den dışarı çıktı.
( Örtü, insanların yaratılış konusundaki bilgisizliğini sembolize ediyor. )
Sonra İnci'ye yüksek sesle bağırdı.
Beyaz İnci dört parçaya ayrıldı, ortasından su fışkırdı ve Okyanus oldu.
Dünya yuvarlaktı ve bölünmemişti.
Sonra Cebrail'i ve kuşun görüntüsünü yarattı.
Sonra Cebrail'i dört bucağı belirlemeye gönderdi.
Sonra bir gemi yaptı ve otuz bin yıl kalmak üzere içine indi.
Ondan sonra kalmak üzere Laleş Dağına geldi.
Ve sonra Dünya’ya haykırdı,
Deniz kuruyup çekildi ve toprak görünmeye başladı,
Fakat o titremeye başladı.
Bu esnada Cebrail'e, Beyaz İnci'nin iki parçasını getirmesini buyurdu. Parçalardan birini Yerin altına yerleştirdi, diğer yarısı Göğün kapısında kaldı.
Sonra Güneşi ve Ayı onların içine yerleştirdi ve Beyaz İnci’nin kırıntılarından da yıldızları yaratıp bunlarla gökyüzünü süsledi.
Ayrıca yeri süslemek için ağaçları, meyve bitkilerini ve dağları yarattı.
O, Halı'nın üzerine Taht'ı yarattı.
Sonra, Ulu Tanrı şöyle dedi: " Ey Melekler, ben Adem ile Havva'yı yaratacağım, onları insan yapacağım, ve ikisinden, Adem'in belinden gelmek üzere Sehar ibni Cebr doğacak ve ondan türeyecek bir halk yeryüzünü dolduracak; işte o Azazil'in, yani Tavus Melek’in Ezidi cemaatidir.
Sonra Şeyh Adiy bin Müsafir'i Suriye topraklarından gönderdi ve o da gelip Laleş'te kaldı.
Sonra Tanrı Kara Dağ’a indi. Bağırdı, üç bölük halinde 30 bin Melek yarattı. 40 bin yıl boyunca hepsi Tanrının önünde eğildiler. Sonra Melek Tavus’la birlikte Gökyüzüne gittiler.
Bu sırada Tanrı, kutsal topraklara indi ve Cebrail'e, dünyanın dört bir köşesinden toprak getirmesini buyurdu: Toprak, hava, ateş ve su.
Onlardan bir varlık yarattı ve içine kendi özgücünden bir ruh koydu ve ona ‘Adem’ dedi.
Sonra Cebrail'e, Adem'i Cennet'e götürmesini ve buğday hariç, oradaki bütün ağaçlardan yiyebileceğini söylemesini buyurdu.
Böylece Adem Yüzyıl geçirdi.
Sonra Tavus Melek, Tanrıya, buğday yemesi yasak oldukça Adem’in nasıl çoğalıp da nesil sahibi olacağını sordu.
Tanrı ona; " Bütün bu işleri sana bırakıyorum" dedi.
Bunun üzerine Melek Tavus, gidip Adem’e sordu: " Hiç buğday yedin mi?"
O da yanıtladı: " Hayır, çünkü Tanrı bunu bana yasakladı."
Melek Tavus Adem’e dedi ki: " Buğday yemen, senin için çok daha iyi olur."
Bunun üzerine Adem buğday yedi ve yeyince de karnı şişti ve Tavus Melek onu Cennet'ten kovdu, tek başına bıraktı ve göğe çıktı.
O zaman Adem, karnının şişkinliği yüzünden acıyla kıvrandı, çünkü bedeninde çıkış deliği yoktu.
Bu esnada Tanrı ona bir kuş gönderdi, o da gagasıyla Adem’in kıçını ibikleyip bir çıkış açtı, böylece Adem rahatladı.
Ve sonra Cebrail Adem’den yüz yıl kadar uzak durdu ve Adem üzülüp ağladı.
O zaman Tanrı Cebrail'e Adem'in sol omuz koltuk altından Havva'yı yaratmasını buyurdu.
Havva ve bütün hayvanların yaratılmasından sonra, Adem ile Havva, İnsan soyunun kime bağlanacağı konusunda anlaşmazlığa düştüler; her biri soylarının tek sahibi olmak istiyordu.
Onlar, erkek ve dişi hayvanların üreme düzenlerine bakıp aralarında tartışmaya girmişlerdi.
En sonunda şöyle bir anlaşmaya vardılar: her birisi kendi tohumlarını alıp bir küpe koyacak, küpün ağzını kapatıp mühürleyecek ve dokuz ay bekleyecekti. Bu süre geçip de küpler açılınca, Adem’in küpünde bir erkek bir dişi iki çocuk buldular; bunlar Adem soyunun erkekleri ve kadınları oldular.
İşte Ezidiler onlardan çoğalıp gelmiştir.
Havva’nın küpünde ise, çürüyüp kötü kokular yayan solucanlar dışında hiçbir şey bulunamadı.
Ve Tanrı çocuklarını küpünde emzirip büyütebilsin diye Adem’e memeler yaptı. İşte erkeğin memesinin olmasının sebebi budur.
Adem ve Havva’nın birleşmesinden sonra, Havva iki çocuk verdi; erkek ve dişi. Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar ve diğer ulus ve mezhepler işte onlardan gelmiştir.
Fakat sadece Adem soyundan türeyip gelen ve salih olan bizim ilk babalarımız Seth (Şit), Nuh ve Enoş (Enok/Hanok)’dur.
Kadının kocasını reddetmesine bağlı olarak erkek ile kadın arasındaki anlaşmazlık sürüp gitti. Sonuçta iki taraf arasındaki bu konu, Ezidi mezhebinin salihlerinden birisi tarafından ilan edilen bir kural yoluyla çözümlendi. Buna göre, her evlilik esnasında bir davul ve bir zurna çalınması artık zorunlu kılınmıştı, böylece hangi kadın ile hangi erkeğin yasal olarak evlendiğine şahitlik edilmiş olacaktı.
( Sümerlerin Gılgamış ve İnanna metinlerinde Yeraltına (cehenneme) düşen bir çember ve bir değnekten söz edilir. Sümerologlar çemberin Davul, değneğin Tokmak olduğunu düşünüyorlar. Bu satırlar Ezidi kültürünün Sümerlere kadar uzanan derin kökleri olduğunu gösteriyor. )
Sonra Melek Tavus, yarattığı Ezidiler için Yere indi ve eski Asur krallarının yanı sıra, bizim başımıza da krallar dikti. Bu krallar Nesrukh, ki o Nasir ud Din'dir ve Kamush, ki o Melek Fahr ad Din’dir ve Artemis, ki o Melek Şams ad Din'dir.
( Artemis, çok tanrılı Roma döneminin Avcılık ve Ay tanrısıdır. Sembolü bir geyik veya karacadır.)
Bundan sonra iki kral tarafından daha yönetildik; I. Sabur ve II. Sabur adlı bu kralların yönetimi yüz elli yıl sürdü ve günümüze kadar gelen Emir'lerimiz onların soylarıdır.
( I. Sapur MS 224 - MS 272 yılları arasında, II. Sapur MS 309 - MS 379 yılları arasında hüküm sürmüş Pers Sasani krallarıdır. I. Sapur Zerdüşt dinine mensup olmakla birlikte Yahudilik Hristiyanlık ve diğer dinlere karşı hoşgörülü olmuştur. )
Fakat biz dört kraldan nefret ettik.
İsa bu dünyaya gelmeden önce dinimiz paganizm idi.
Kral Ahab aramızdan biri idi.
( Kral Ahav, sahte peygamberlerle işbirliği yapan ve kötü işleriyle tanınan bir İsrail kralıdır. Tevrat’ın 1. Krallar/16-22 bölümlerinde ayrıntılı anlatılır. Aramızdan biri idi derken, şeytanı tanıyanlardan, daha doğrusu yeterince tanımayanlardan biri olduğu anlatılıyor. )
Ve Ahab’ın tanrısının adı Beelzebub idi. Günümüzde ona Pir Bub diyoruz.
( Beelzebub, Araplar, İbraniler, Aramiler ve Süryaniler gibi Sami ırkların inandığı bir tanrıdır. Kült merkezi eski bir Filistin şehri olan Ekron'dur. Katolik Hırıstiyanlıkta Cehennem meleklerinden biri ve şeytani bir figür olarak tasvir edilmiştir. )
Bir de adı Bahtnasar olan Babil'de bir kralımız vardı; adı Ahsuras olan biri Pers’de idi; ve yine ismi Agrikalus olan bir başkası Konstantinopolis’de idi.
Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve hatta Persler, bize karşı savaştılar ama bize boyun eğdirmeyi başaramadılar.
( Yukarıda okuduğumuz satırlar Mushafı Reş'in farklı dinlerden oluşturulmuş yapay bir derleme olduğunu ve Ezidilerin bunu gerçek inançlarını gizlemek maksadıyla bilinçli olarak yaptıklarını gösteriyor. )
Tanrının gücü sayesinde, onlara galip geldik.
O bize ilk ve son ilmi öğretir.
Ve onun öğretilerinin biri şöyledir:
" Gök ve Yer var olmadan önce Tanrı denizin üzerinde idi."
Kendisine bir gemi yaptı ve denizlerin kunsiniyat’ına doğru yola çıktı.
Böylece kendi kendinden zevk aldı.
Daha sonra Beyaz İnci'yi var etti
Ve kırk yıl boyunca üzerinde kaldı.
Daha sonra, Beyaz İnci’ye karşı kızgınlığı giderek arttı ve onu kaldırıp fırlattı.
Ve haykırışıyla dağların biçimlendiğini; güzel tepelerin şekillendiğini ve dumanlardan gökyüzü oluştuğunu gördü.
Sonra Tanrı göğe yükseldi, onu sertleştirip, sütunlar olmadan gökyüzünü kurdu.
Daha sonra toprağa tükürdü ve eline bir tüykalem alarak, bütün yaratılışın bir anlatımını yazmaya başladı.
Başlangıçta kendi özünden ve nurundan 6 tanrı yarattı.
Ve onları yaratılışı, bir lambanın ışığının başka bir yanan lambadan yakılması gibiydi.
Ve Tanrı dedi ki, "Artık ben Gökleri yarattım; sizler de gidip bir şeyler yaratın."
Bunun üzerine ikinci tanrı yükseldi ve Güneşi yarattı.
Üçüncüsü Ay’ı;
Dördüncüsü Göğü,
Beşincisi Farg, yani Sabah Yıldızını,
Altıncısı Cenneti,
Yedincisi de Cehennem’i.
Zaten bundan sonra Adem ve Havva'yı yarattığımızı anlatmıştık.
Ve biliniz ki, Nuh Tufanının yanı sıra bu dünyada başka bir sel daha olmuştu.
Ezidiler, bir barış kralı, şerefli bir kişi olan Naumi’nin soyundan gelmişlerdir. Bizler ona Melek Miran deriz. Diğer mezhepler babasını hor görüp kötü davranan Ham'dan türemiştir.
Gemi, Ain Sifni adında, Musul'dan beş parasangs kadar uzak bir köyde duruyordu.
İlk defa olan selin (Tufan’ın) nedeni daha Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ortada yokken, alay etme ile ilgili idi.
( Kuran bu alayın Tanrı inancı ile olduğunu şöyle anlatıyor; "Nuh dedi; Rabbim beni yalanladılar, bana yardım et. Müminun 23/26" )
Zaten belirtildiği gibi, sadece bizler Adem soyundanız. İşte bu ikinci sel (Tufan) bizim mezhebe, Ezidilerin üzerine geldi.
Sular yükseliyor ve gemi de süzülüyordu. Gemi geldi ve Sincar Dağının üzerinde karaya oturdu ve bir kaya tarafından gövdesi delindi.
Yılan kıvrıldı ve bir pasta gibi gelip o deliği tıkadı.
Sonra gemi yeniden yola çıktı ve gelip Cudi Dağında dinlendi.
Şimdi artık yılan türleri çoğalmıştır ve İnsanı ve hayvanı sokmaya başladılar. Fakat sonunda yakalandılar ve yakıldılar ve onun küllerinden de pireler yaratıldı.
Tufan’dan günümüze kadar yedi bin yıl bir zaman geçmiştir,
Her bin yılda bir yedi tanrıdan biri Yere iner ve kanunları, kuralları yeniden düzenleyip yerine gider.
Fakat aşağıda, bizim her türden Kutsal mekânlarımızda o hep aramızdadır.
Sonuncu defasında tanrı aramızda öylesine uzun yaşadı ki, bütün öteki tanrılar ondan önce gelmişlerdi.
O kutsalları onaylamıştı.
O Kürtçe konuşuyordu.
O aynı zamanda İsmail soyundan Muhammed peygamberi nurlandırıyordu; Muaviye adında bir hizmetçisi vardı.
Tanrı, Muhammed’in onun önünde başının dik olmadığını gördü, ona bir baş ağrısı verdi.
Sonunda Peygamber hizmetçisinden başını tıraş etmesini istedi. Muaviye tıraş etmeyi biliyordu. O efendisini aceleyle ve zorlukla tıraş ederken başını kesti ve kanadı.
Kanın yere döküleceğinden çekinen Muaviye başındaki kanı diliyle yaladı. Bunun üzerine Muhammed; " Muaviye ne yapıyorsun?" diye sordu.
O da yanıtladı; "Kanının yere düşmesinden korktuğum için dilimle senin kanını yaladım."
Sonra Muhammed ona dedi ki; " Sen günah işledin Ey Muaviye. Senden bir ulus oluşacak, siz benim mezhebime karşı duracaksınız."
Muaviye yanıtlayıp dedi ki; " O halde ben de dünya evine girmeyecek, evlenmeyeceğim.!"
Bu bir süre sonra Tanrı Muaviye üzerine akrepleri saldı, akrepler onu soktu, yüzü zehirden şişti.
Doktorlar ona ölmemesi için evlenmesi gerektiğini söylediler.
Bunları duyan Muaviye evlenmeye razı oldu. Ona, çocuk doğurması imkânsız olan seksenlik, yaşlı bir kadın getirdiler.
Muaviye kadınla yattı ve sabah kalktı ki, yüce Tanrının gücüyle kadın 25 yaşına dönmüş. Ve hamile kalıp bizim tanrımız Yezid’i doğurdu. Fakat başka mezhepler bunu bilmezler ve derler ki, Tanrımız gökten geldi.
Bu sebeple ona küfrederler. Böylece onlar büyük bir yanılgıya düşerler.
Fakat bizler, Ezidi mezhebi olarak buna inanıyoruz ve onun yukarıda belirtilen yedi tanrıdan biri olduğunu biliyoruz.
Biz onun şahsını ve onun görüntü şeklini biliyoruz.
O, bildiğimiz üzere bir horoz şeklindedir.
Fakat hiçbirimizin onun adını ve neye benzediğini söylemesine izin verilemez, tıpkı şeytan, kaytan, şar, sat ve benzerleri gibi. Ne de melun, ya da lanet, ya da nal, ya da benzer sözcükleri. Tüm bunlar ona olan saygımız nedeniyle yasaktır.
Marul bize haram kılınmıştır, yemeyiz, çünkü kadın peygamberimiz olan Khassa'nın adını anımsatmaktadır.
Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık haramdır.
Aynı şekilde geyik ve karaca, peygamberlerimizden birisinin sürüleridir.
Kuru fasulye de haramdır, koyu mavi boya kullanmamız yasaktır.
Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiniz; çünkü tavus kuşu daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.
Yine, Şeyh ve müritleri, balkabağı yemekten sakınınız.
( Bu yasağın Yunus peygambere verilen kabak bitkisiyle ilgili olduğu anlaşılıyor. Kuran'da Saffat 37/146 suresinde anlatılır. )
Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların helasında taharetlenmek, ya da onların banyolarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır.
Kim bunlara aykırı davranırsa o bir imansız olur.
Şimdi diğer mezhepler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve diğerleri, bu şeyleri bilmezler. Çünkü Melek Tavus’tan nefret etmektedirler.
Yani sonuçta O bunları diğer mezheptekilere öğretmez, onları ziyaret etmez.
Ama o aramızda yaşadı; o bize babadan oğula geçen bir miras haline gelmiş bütün bunları, kanunları, kuralları, gelenekleri bizlere ulaştırdı.
Ondan sonra, Melek Tavus göğe geri döndü.
Yedi tanrıdan biri kurallarına göre sancakları yaptı ve Bilge Süleyman'a verdi.
Onun ölümünden sonra, sancakları bizim krallarımız devraldılar.
Bizim tanrımız acımasız Yezid doğduğu zaman, büyük saygı ile bu sancakları devir aldı ve bizim mezhebimize teslim etti.
( Şeyh Adiyy bin Müsafir Ezidilerin siyasi entegrasyonu için Laleş vadisine geldiğinde Kerbela faciasının sorumlusu olarak gösterilen Yezid çoktan ölmüş ve ölümünün üzerinden en az 425 yıl geçmişti. Ancak o eski yıllarda yaşayan Ezidiler Kerbela olayına da, orada yaşanan acımasızlıklara da şahit olmuşlardı ve acımasız sıfatını bunun için ekliyor olmalılar. Hemen aşağıda bu acımasızlığın hırs ve kıskançlıktan doğduğunu göreceğiz. Ezidiler Yezid ile dalga mı geçiyor, yoksa onun şahsında insanlığın vahşi yapısını mı eleştiriyor, ayıramıyorum. )
( Beyaz İncinin insanı Angar'ın aklı sembolize ettiği kabul edilirse, aklın üzerinde yükselen insanlıktan söz edildiği düşünülebilir. )
İlk gün, yani pazar günü, Tanrı Melek Anzazil’i yarattı. Ve o, hepsinin başkanı olan Tavus Melek 'tir.
( İbranice'de El tanrı, Azeez desteklenmiş demek. Azazil “tanrı tarafından desteklenen” anlamı taşıyor. Kabala araştırmacılarına göre şeytanın kovulmadan önceki ismidir, Kuran’da İblis olarak geçer. Bu kavramın çevresinde, günah keçileri, nefilimler, anunnakiler, devler gibi çeşitli yorumlar yapılmakta. )
Pazartesi günü Tanrı, Melek Dardael’i yarattı. Ki o, Şeyh Hasan'dır.
Salı günü, Melek İsrafel'i yarattı. Ki o, Şeyh Şams ad Din dir.
Çarşamba günü, Melek Mihael’i yarattı, o da Abu Bekr'dir.
Perşembe günü, Melek Azrael’i yarattı ki, o Sacad ad Din'dir.
Cuma günü, Melek Semnael’i yarattı; o da Nasir ad Din’dir.
Cumartesi günü, Melek Nurâel’i yarattı ki, o Yadin, yani Fahr ad Din’dir.
( Yukarıdaki satırlarda Ezidilerin Arapça isimlerle kişileştirdiği 7 melek ismi okuduk. Şimdi, en eski yazılı örneği MÖ 300 yıllarına ait olan ama inanç kökleri Mezopotamya'ya kadar uzanan Enok'un kitabından bazı satırlar okuyacağız. Enok'un Kitabı, Kuran'ın Müddessir 74/30 ayetinde söz ettiği 19 meleği şöyle sayıyor;
" Liderlerinin isimleri şöyleydi: Semyaza(1), Araklba(2), Rameel,(3) Kokablel(4), Tamlel(5), Ramlel(6), Danel(7), Ezeqeel(8), Baraqiyal(9), Asael(10), Armarel(11), Batarel(12), Ananel(13), Zaqiel(14), Samsapeel(15), Satarel(16), Turel(17), Yomyael(18), Sariel(19). İki yüz meleğin liderleri bunlardı. Enokun 1. Kitabı 7: 9"
Ezidi melekleri ile Yahudi melekleri arasındaki isim benzerlikleri, tek tanrılı İbrahimi dinler ile çok tanrılı Mezopotamya dinlerinin ortak inanç köklerine sahip olduklarını gösteriyor. )
Ve Melek Tavus'u her şeyin yöneticisi yaptı.
Ondan sonra Tanrı, yedi Göğe, Dünya’ya, Güneşe ve aya şekil verdi, onları biçimlendirdi.
( Yedi göğün, insanlığın gelişme süreci içinde oluşan yedi sosyal yapı olduğunu biliyoruz. Bu yedi yapı; Askerler, Din adamları, Hekimler, Yapı ustaları, Hazinedarlar, Çiftçiler ve Çobanlardır. Katı kurallarla ayrılmış bu sınıflama Hindistan'da "kast sistemi" olarak bilinmekte ve hala yaşamaktadır. Bu yedi sosyal sınıf günümüzde, Savunma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, Bayındırlık Bakanlığı, Tarım Hayvancılık Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı olarak tanıdığımız devlet yapılanması ile korunmaktadır. )
Buna karşılık Fahr ad Din ise
İnsanı, Kuşları ve tüm hayvanları yarattı ve bunların hepsini örtülerin arasına yerleştirdi ve meleklerle birlikte İnci’den dışarı çıktı.
( Örtü, insanların yaratılış konusundaki bilgisizliğini sembolize ediyor. )
Sonra İnci'ye yüksek sesle bağırdı.
Beyaz İnci dört parçaya ayrıldı, ortasından su fışkırdı ve Okyanus oldu.
Dünya yuvarlaktı ve bölünmemişti.
Sonra Cebrail'i ve kuşun görüntüsünü yarattı.
Sonra Cebrail'i dört bucağı belirlemeye gönderdi.
Sonra bir gemi yaptı ve otuz bin yıl kalmak üzere içine indi.
Ondan sonra kalmak üzere Laleş Dağına geldi.
Ve sonra Dünya’ya haykırdı,
Deniz kuruyup çekildi ve toprak görünmeye başladı,
Fakat o titremeye başladı.
Bu esnada Cebrail'e, Beyaz İnci'nin iki parçasını getirmesini buyurdu. Parçalardan birini Yerin altına yerleştirdi, diğer yarısı Göğün kapısında kaldı.
Sonra Güneşi ve Ayı onların içine yerleştirdi ve Beyaz İnci’nin kırıntılarından da yıldızları yaratıp bunlarla gökyüzünü süsledi.
Ayrıca yeri süslemek için ağaçları, meyve bitkilerini ve dağları yarattı.
O, Halı'nın üzerine Taht'ı yarattı.
Sonra, Ulu Tanrı şöyle dedi: " Ey Melekler, ben Adem ile Havva'yı yaratacağım, onları insan yapacağım, ve ikisinden, Adem'in belinden gelmek üzere Sehar ibni Cebr doğacak ve ondan türeyecek bir halk yeryüzünü dolduracak; işte o Azazil'in, yani Tavus Melek’in Ezidi cemaatidir.
Sonra Şeyh Adiy bin Müsafir'i Suriye topraklarından gönderdi ve o da gelip Laleş'te kaldı.
Sonra Tanrı Kara Dağ’a indi. Bağırdı, üç bölük halinde 30 bin Melek yarattı. 40 bin yıl boyunca hepsi Tanrının önünde eğildiler. Sonra Melek Tavus’la birlikte Gökyüzüne gittiler.
Bu sırada Tanrı, kutsal topraklara indi ve Cebrail'e, dünyanın dört bir köşesinden toprak getirmesini buyurdu: Toprak, hava, ateş ve su.
Onlardan bir varlık yarattı ve içine kendi özgücünden bir ruh koydu ve ona ‘Adem’ dedi.
Sonra Cebrail'e, Adem'i Cennet'e götürmesini ve buğday hariç, oradaki bütün ağaçlardan yiyebileceğini söylemesini buyurdu.
Böylece Adem Yüzyıl geçirdi.
Sonra Tavus Melek, Tanrıya, buğday yemesi yasak oldukça Adem’in nasıl çoğalıp da nesil sahibi olacağını sordu.
Tanrı ona; " Bütün bu işleri sana bırakıyorum" dedi.
Bunun üzerine Melek Tavus, gidip Adem’e sordu: " Hiç buğday yedin mi?"
O da yanıtladı: " Hayır, çünkü Tanrı bunu bana yasakladı."
Melek Tavus Adem’e dedi ki: " Buğday yemen, senin için çok daha iyi olur."
Bunun üzerine Adem buğday yedi ve yeyince de karnı şişti ve Tavus Melek onu Cennet'ten kovdu, tek başına bıraktı ve göğe çıktı.
O zaman Adem, karnının şişkinliği yüzünden acıyla kıvrandı, çünkü bedeninde çıkış deliği yoktu.
Bu esnada Tanrı ona bir kuş gönderdi, o da gagasıyla Adem’in kıçını ibikleyip bir çıkış açtı, böylece Adem rahatladı.
Ve sonra Cebrail Adem’den yüz yıl kadar uzak durdu ve Adem üzülüp ağladı.
O zaman Tanrı Cebrail'e Adem'in sol omuz koltuk altından Havva'yı yaratmasını buyurdu.
Havva ve bütün hayvanların yaratılmasından sonra, Adem ile Havva, İnsan soyunun kime bağlanacağı konusunda anlaşmazlığa düştüler; her biri soylarının tek sahibi olmak istiyordu.
Onlar, erkek ve dişi hayvanların üreme düzenlerine bakıp aralarında tartışmaya girmişlerdi.
En sonunda şöyle bir anlaşmaya vardılar: her birisi kendi tohumlarını alıp bir küpe koyacak, küpün ağzını kapatıp mühürleyecek ve dokuz ay bekleyecekti. Bu süre geçip de küpler açılınca, Adem’in küpünde bir erkek bir dişi iki çocuk buldular; bunlar Adem soyunun erkekleri ve kadınları oldular.
İşte Ezidiler onlardan çoğalıp gelmiştir.
Havva’nın küpünde ise, çürüyüp kötü kokular yayan solucanlar dışında hiçbir şey bulunamadı.
Ve Tanrı çocuklarını küpünde emzirip büyütebilsin diye Adem’e memeler yaptı. İşte erkeğin memesinin olmasının sebebi budur.
Adem ve Havva’nın birleşmesinden sonra, Havva iki çocuk verdi; erkek ve dişi. Yahudiler, Hristiyanlar, Müslümanlar ve diğer ulus ve mezhepler işte onlardan gelmiştir.
Fakat sadece Adem soyundan türeyip gelen ve salih olan bizim ilk babalarımız Seth (Şit), Nuh ve Enoş (Enok/Hanok)’dur.
Kadının kocasını reddetmesine bağlı olarak erkek ile kadın arasındaki anlaşmazlık sürüp gitti. Sonuçta iki taraf arasındaki bu konu, Ezidi mezhebinin salihlerinden birisi tarafından ilan edilen bir kural yoluyla çözümlendi. Buna göre, her evlilik esnasında bir davul ve bir zurna çalınması artık zorunlu kılınmıştı, böylece hangi kadın ile hangi erkeğin yasal olarak evlendiğine şahitlik edilmiş olacaktı.
( Sümerlerin Gılgamış ve İnanna metinlerinde Yeraltına (cehenneme) düşen bir çember ve bir değnekten söz edilir. Sümerologlar çemberin Davul, değneğin Tokmak olduğunu düşünüyorlar. Bu satırlar Ezidi kültürünün Sümerlere kadar uzanan derin kökleri olduğunu gösteriyor. )
Sonra Melek Tavus, yarattığı Ezidiler için Yere indi ve eski Asur krallarının yanı sıra, bizim başımıza da krallar dikti. Bu krallar Nesrukh, ki o Nasir ud Din'dir ve Kamush, ki o Melek Fahr ad Din’dir ve Artemis, ki o Melek Şams ad Din'dir.
( Artemis, çok tanrılı Roma döneminin Avcılık ve Ay tanrısıdır. Sembolü bir geyik veya karacadır.)
Bundan sonra iki kral tarafından daha yönetildik; I. Sabur ve II. Sabur adlı bu kralların yönetimi yüz elli yıl sürdü ve günümüze kadar gelen Emir'lerimiz onların soylarıdır.
( I. Sapur MS 224 - MS 272 yılları arasında, II. Sapur MS 309 - MS 379 yılları arasında hüküm sürmüş Pers Sasani krallarıdır. I. Sapur Zerdüşt dinine mensup olmakla birlikte Yahudilik Hristiyanlık ve diğer dinlere karşı hoşgörülü olmuştur. )
Fakat biz dört kraldan nefret ettik.
İsa bu dünyaya gelmeden önce dinimiz paganizm idi.
Kral Ahab aramızdan biri idi.
( Kral Ahav, sahte peygamberlerle işbirliği yapan ve kötü işleriyle tanınan bir İsrail kralıdır. Tevrat’ın 1. Krallar/16-22 bölümlerinde ayrıntılı anlatılır. Aramızdan biri idi derken, şeytanı tanıyanlardan, daha doğrusu yeterince tanımayanlardan biri olduğu anlatılıyor. )
Ve Ahab’ın tanrısının adı Beelzebub idi. Günümüzde ona Pir Bub diyoruz.
( Beelzebub, Araplar, İbraniler, Aramiler ve Süryaniler gibi Sami ırkların inandığı bir tanrıdır. Kült merkezi eski bir Filistin şehri olan Ekron'dur. Katolik Hırıstiyanlıkta Cehennem meleklerinden biri ve şeytani bir figür olarak tasvir edilmiştir. )
Bir de adı Bahtnasar olan Babil'de bir kralımız vardı; adı Ahsuras olan biri Pers’de idi; ve yine ismi Agrikalus olan bir başkası Konstantinopolis’de idi.
Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve hatta Persler, bize karşı savaştılar ama bize boyun eğdirmeyi başaramadılar.
( Yukarıda okuduğumuz satırlar Mushafı Reş'in farklı dinlerden oluşturulmuş yapay bir derleme olduğunu ve Ezidilerin bunu gerçek inançlarını gizlemek maksadıyla bilinçli olarak yaptıklarını gösteriyor. )
Tanrının gücü sayesinde, onlara galip geldik.
O bize ilk ve son ilmi öğretir.
Ve onun öğretilerinin biri şöyledir:
" Gök ve Yer var olmadan önce Tanrı denizin üzerinde idi."
Kendisine bir gemi yaptı ve denizlerin kunsiniyat’ına doğru yola çıktı.
Böylece kendi kendinden zevk aldı.
Daha sonra Beyaz İnci'yi var etti
Ve kırk yıl boyunca üzerinde kaldı.
Daha sonra, Beyaz İnci’ye karşı kızgınlığı giderek arttı ve onu kaldırıp fırlattı.
Ve haykırışıyla dağların biçimlendiğini; güzel tepelerin şekillendiğini ve dumanlardan gökyüzü oluştuğunu gördü.
Sonra Tanrı göğe yükseldi, onu sertleştirip, sütunlar olmadan gökyüzünü kurdu.
Daha sonra toprağa tükürdü ve eline bir tüykalem alarak, bütün yaratılışın bir anlatımını yazmaya başladı.
Başlangıçta kendi özünden ve nurundan 6 tanrı yarattı.
Ve onları yaratılışı, bir lambanın ışığının başka bir yanan lambadan yakılması gibiydi.
Ve Tanrı dedi ki, "Artık ben Gökleri yarattım; sizler de gidip bir şeyler yaratın."
Bunun üzerine ikinci tanrı yükseldi ve Güneşi yarattı.
Üçüncüsü Ay’ı;
Dördüncüsü Göğü,
Beşincisi Farg, yani Sabah Yıldızını,
Altıncısı Cenneti,
Yedincisi de Cehennem’i.
Zaten bundan sonra Adem ve Havva'yı yarattığımızı anlatmıştık.
Ve biliniz ki, Nuh Tufanının yanı sıra bu dünyada başka bir sel daha olmuştu.
Ezidiler, bir barış kralı, şerefli bir kişi olan Naumi’nin soyundan gelmişlerdir. Bizler ona Melek Miran deriz. Diğer mezhepler babasını hor görüp kötü davranan Ham'dan türemiştir.
Gemi, Ain Sifni adında, Musul'dan beş parasangs kadar uzak bir köyde duruyordu.
İlk defa olan selin (Tufan’ın) nedeni daha Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ortada yokken, alay etme ile ilgili idi.
( Kuran bu alayın Tanrı inancı ile olduğunu şöyle anlatıyor; "Nuh dedi; Rabbim beni yalanladılar, bana yardım et. Müminun 23/26" )
Zaten belirtildiği gibi, sadece bizler Adem soyundanız. İşte bu ikinci sel (Tufan) bizim mezhebe, Ezidilerin üzerine geldi.
Sular yükseliyor ve gemi de süzülüyordu. Gemi geldi ve Sincar Dağının üzerinde karaya oturdu ve bir kaya tarafından gövdesi delindi.
Yılan kıvrıldı ve bir pasta gibi gelip o deliği tıkadı.
Sonra gemi yeniden yola çıktı ve gelip Cudi Dağında dinlendi.
Şimdi artık yılan türleri çoğalmıştır ve İnsanı ve hayvanı sokmaya başladılar. Fakat sonunda yakalandılar ve yakıldılar ve onun küllerinden de pireler yaratıldı.
Tufan’dan günümüze kadar yedi bin yıl bir zaman geçmiştir,
Her bin yılda bir yedi tanrıdan biri Yere iner ve kanunları, kuralları yeniden düzenleyip yerine gider.
Fakat aşağıda, bizim her türden Kutsal mekânlarımızda o hep aramızdadır.
Sonuncu defasında tanrı aramızda öylesine uzun yaşadı ki, bütün öteki tanrılar ondan önce gelmişlerdi.
O kutsalları onaylamıştı.
O Kürtçe konuşuyordu.
O aynı zamanda İsmail soyundan Muhammed peygamberi nurlandırıyordu; Muaviye adında bir hizmetçisi vardı.
Tanrı, Muhammed’in onun önünde başının dik olmadığını gördü, ona bir baş ağrısı verdi.
Sonunda Peygamber hizmetçisinden başını tıraş etmesini istedi. Muaviye tıraş etmeyi biliyordu. O efendisini aceleyle ve zorlukla tıraş ederken başını kesti ve kanadı.
Kanın yere döküleceğinden çekinen Muaviye başındaki kanı diliyle yaladı. Bunun üzerine Muhammed; " Muaviye ne yapıyorsun?" diye sordu.
O da yanıtladı; "Kanının yere düşmesinden korktuğum için dilimle senin kanını yaladım."
Sonra Muhammed ona dedi ki; " Sen günah işledin Ey Muaviye. Senden bir ulus oluşacak, siz benim mezhebime karşı duracaksınız."
Muaviye yanıtlayıp dedi ki; " O halde ben de dünya evine girmeyecek, evlenmeyeceğim.!"
Bu bir süre sonra Tanrı Muaviye üzerine akrepleri saldı, akrepler onu soktu, yüzü zehirden şişti.
Doktorlar ona ölmemesi için evlenmesi gerektiğini söylediler.
Bunları duyan Muaviye evlenmeye razı oldu. Ona, çocuk doğurması imkânsız olan seksenlik, yaşlı bir kadın getirdiler.
Muaviye kadınla yattı ve sabah kalktı ki, yüce Tanrının gücüyle kadın 25 yaşına dönmüş. Ve hamile kalıp bizim tanrımız Yezid’i doğurdu. Fakat başka mezhepler bunu bilmezler ve derler ki, Tanrımız gökten geldi.
Bu sebeple ona küfrederler. Böylece onlar büyük bir yanılgıya düşerler.
Fakat bizler, Ezidi mezhebi olarak buna inanıyoruz ve onun yukarıda belirtilen yedi tanrıdan biri olduğunu biliyoruz.
Biz onun şahsını ve onun görüntü şeklini biliyoruz.
O, bildiğimiz üzere bir horoz şeklindedir.
Fakat hiçbirimizin onun adını ve neye benzediğini söylemesine izin verilemez, tıpkı şeytan, kaytan, şar, sat ve benzerleri gibi. Ne de melun, ya da lanet, ya da nal, ya da benzer sözcükleri. Tüm bunlar ona olan saygımız nedeniyle yasaktır.
Marul bize haram kılınmıştır, yemeyiz, çünkü kadın peygamberimiz olan Khassa'nın adını anımsatmaktadır.
Yunus peygambere saygısızlık etmiş olmamak için, balık haramdır.
Aynı şekilde geyik ve karaca, peygamberlerimizden birisinin sürüleridir.
Kuru fasulye de haramdır, koyu mavi boya kullanmamız yasaktır.
Ayrıca, Şeyh ve müritleri, tavus kuşuna saygısızlık etmemek için, horoz da yemeyiniz; çünkü tavus kuşu daha önce sözü edilen yedi tanrıdan biridir ve biçimi horozu andırır.
Yine, Şeyh ve müritleri, balkabağı yemekten sakınınız.
( Bu yasağın Yunus peygambere verilen kabak bitkisiyle ilgili olduğu anlaşılıyor. Kuran'da Saffat 37/146 suresinde anlatılır. )
Bundan başka, ayakta işemek, ya da oturmuş haldeyken giyinmek, ya da Müslümanların helasında taharetlenmek, ya da onların banyolarında gusül etmek, bize yasaklanmıştır.
Kim bunlara aykırı davranırsa o bir imansız olur.
Şimdi diğer mezhepler, Yahudiler, Hıristiyanlar, Müslümanlar ve diğerleri, bu şeyleri bilmezler. Çünkü Melek Tavus’tan nefret etmektedirler.
Yani sonuçta O bunları diğer mezheptekilere öğretmez, onları ziyaret etmez.
Ama o aramızda yaşadı; o bize babadan oğula geçen bir miras haline gelmiş bütün bunları, kanunları, kuralları, gelenekleri bizlere ulaştırdı.
Ondan sonra, Melek Tavus göğe geri döndü.
Yedi tanrıdan biri kurallarına göre sancakları yaptı ve Bilge Süleyman'a verdi.
Onun ölümünden sonra, sancakları bizim krallarımız devraldılar.
Bizim tanrımız acımasız Yezid doğduğu zaman, büyük saygı ile bu sancakları devir aldı ve bizim mezhebimize teslim etti.
( Şeyh Adiyy bin Müsafir Ezidilerin siyasi entegrasyonu için Laleş vadisine geldiğinde Kerbela faciasının sorumlusu olarak gösterilen Yezid çoktan ölmüş ve ölümünün üzerinden en az 425 yıl geçmişti. Ancak o eski yıllarda yaşayan Ezidiler Kerbela olayına da, orada yaşanan acımasızlıklara da şahit olmuşlardı ve acımasız sıfatını bunun için ekliyor olmalılar. Hemen aşağıda bu acımasızlığın hırs ve kıskançlıktan doğduğunu göreceğiz. Ezidiler Yezid ile dalga mı geçiyor, yoksa onun şahsında insanlığın vahşi yapısını mı eleştiriyor, ayıramıyorum. )
Bundan başka, o Kürtçe olarak iki ilahi oluşturdu ki, zaten birisi, Sancaklardan önce bile, bu dilde söylenen çok eski ve kabul edilmiş bir ilahi idi.
İlahinin anlamı şudur;
"Ey Kıskanç Tanrı Haleluya (şükürler olsun)"
( Haleluya, Hristiyanların ve Yahudilerin de kullandığı çok eski bir şükür kelimesi. İncil'in Vahiy kitabında ve Makabeler kitabında örnekleri var;
" Bundan sonra gökte büyük bir kalabalığın sesini andıran yüksek bir ses işittim. “Haleluya!” diyorlardı. “Kurtarış, yücelik ve güç Tanrımız`a özgüdür. Yuhanna Vahiy Kitabı 19:1"
" Kralı alkışladıktan sonra kâhinler ve tüm kalabalık "Haleluya" diye haykırarak sevinç içinde ayrıldılar. Makabeler 3. Kitap :13 " )
İlahinin anlamı şudur;
"Ey Kıskanç Tanrı Haleluya (şükürler olsun)"
( Haleluya, Hristiyanların ve Yahudilerin de kullandığı çok eski bir şükür kelimesi. İncil'in Vahiy kitabında ve Makabeler kitabında örnekleri var;
" Bundan sonra gökte büyük bir kalabalığın sesini andıran yüksek bir ses işittim. “Haleluya!” diyorlardı. “Kurtarış, yücelik ve güç Tanrımız`a özgüdür. Yuhanna Vahiy Kitabı 19:1"
" Kralı alkışladıktan sonra kâhinler ve tüm kalabalık "Haleluya" diye haykırarak sevinç içinde ayrıldılar. Makabeler 3. Kitap :13 " )
Sancak’ın önünde yürüyenler davul ile zurna eşliğinde bunu okurlar.
Bu sancaklar Yezid tahtı üzerinde oturan bizim Emir’imizde kalır.
Bu sancaklar başka bir yere gönderilecek olursa, Asurluların tanrısı Nisroc’un temsilcisi Şeyh Nasır ad Din’in temsilcisi Büyük Şeyh ile Emir’imiz tüm Kavval’ları çağırıp bir araya toplarlar.
Sonra Sancak’lar ziyaret edilir. Ve nihayet, her bir Sancak bir Kavval’a teslim edilerek birisi Halathane’ye, birisi Halep’e, birisi Rusya’ya, bir diğeri de Sincar’a gönderilir.
Bu sancaklar dört Kavval’a birer sözleşme ile verilir.
Sancaklar gönderilmeden önce Şeyh Adiy’in türbesine getirilerek büyük bir ilahi ve tören ile vaftiz edilip kutsanır.
Bundan sonra tüm tören katılımcıları Şeyh Adiy’in türbesinin temizliğine katılıp tozları süpürürler.
Sonra, bereket olarak dağıtılmak üzere ceviz büyüklüğünde hazırlanmış top lokmalar sancak ile birlikte taşınır.
Bir köy veya kasabaya yaklaşılırken oraya hemen önden bir tellal gönderilerek haber verilir ki, insanlar Kavval ve taşıdığı Sancak’ı saygı ve onur ile karşılayabilsinler.
Herkes güzel giysileri ve tütsüleri ile dönüp dururlar.
Kadınlar bağırmaya ve hep birlikte neşeli şarkılar söylemeye başlarlar.
Kavval onu ağırlayan kişilerce mutlu kılınır.
Geri kalan kişiler de, güçleri ölçüsünde ona gümüş hediyeler verir.
Bu dört sancak yanında üç tane daha vardır ki, toplamı yedi eder.
Bu son üçü şifa versinler diye, kutsal mekanlarda muhafaza edilir.
Bunlardan ikisi, Şeyh Adiy’in türbesinde ve üçüncüsü ise, Musul'a yaklaşık dört saat uzak olan Bahazaniye köyünde kalır.
Bu Kavval’lar her dört ayda bir bu seyahatlere çıkarlar.
Bunlardan birisi Emir’in bölgesinde seyahate çıkmak zorundadır.
Bu Kavval’lar belli bir sırayla her yıl değiştirilir.
Sancak’ı taşıyacak olan Kavval, yolculuktan önce, sumaklı ekşi su ile yıkanmak ve sonra da yağ ile ovularak temizlenmek zorundadır.
Aynı zamanda, farklı odaları olan her idol için bir lamba yakmak zorundadır.
İşte sancaklarla ile ilgili yasalar bunlardır.
Yeni yılın ilk günü, Serṣalie, yılın başlangıcıdır.
Nisan ayında ilk haftasının Çarşamba gününe denk gelir.
O gün her ailenin evinde mutlaka et olmalıdır.
Zenginler bir koyun ya da bir öküz; fakirler ise bir tavuk veya başka bir şey kesmelidir.
Bu etlerin, Yeni yılın ilk günü olan Çarşamba sabahının öncesindeki gece vakti pişirilmesi zorunludur. Böylece istirahat gününde, yiyecekler kutsanmış temiz olurlar.
Yılın ilk günü, mezarlıklarda ölü ruhları için sadakalar verilmelidir.
Bu günde büyük ve küçük yaştaki kızlar, kırlarda kırmızı ve kırmızıya çalan her türlü çiçeği toplamaya çıkarlar. Bunlardan demetler yaparlar ve o evde yaşayanların vaftiz edildiğini ifade etsin diye, üç gün boyunca kırmızı çiçek demetlerini evlerin kapılarında asılı tutarlar.
Yılbaşı sabahında bütün kapılar iyice görülecek şekilde kırmızı zambaklar ile süslenecektir.
Kadınlar ise fakir ve muhtaçları beslemek için mezarlıklarda dolaşırlar.
Kavval’a gelince, onlar da mezarlıklarda davul zurna ile Kürtçe ilahi söylerler ve bunun karşılığında para alırlar.
Serṣalie günü sevinçli hiçbir enstrüman ve ilahi çalınıp okunmaz, çünkü o gün Tanrı, o yılın kanunlarını bildirmek, tüm bilgeleri yönetmek ve komşuların ona gelmesini sağlamak için Tahtına oturmuştur.
Ve ilahiler, hamdolsun duaları, şarkılar eşliğinde Tanrı artık Yer altına ineceğini onlara söylediğinde, herkes huşu ile onun huzurunda ayağa kalkar ve sevince gark olur ve kendilerini tören kabakları üzerine atarlar.
Sonra Tanrı, kendi mührü ile bunları mühürler.
Ve Büyük Tanrı, yeraltına inecek olan Tanrıya mühürlü bir karar verir. Ve o, aynı zamanda ona, isteklerini yapabilme yetkisini de verir.
Tanrı, dua ve oruç yolunda iyilik ve sadaka yapılmasını ister.
Fakat, idol kültü, mesela Seyid ad Din veya Şeyh Şams gibi herhangi bir idole ibadet oruçtan daha iyidir.
Bazı rahip olmayan kimseler, yaz aylarında veya kışın olsun, kırk gün süren bir oruçtan sonra bir Koçak’a ziyafet vermektir.
Eğer o Koçak bunun Sancağa verilmiş bir sadaka olduğunu söyler ise, o zaman onun orucu tutulmuş sayılmaz.
Yıllık ondalık vergi toplama zamanı geldiğinde, vergisini tümüyle ödemeyenler halsiz kalıncaya, hatta bazıları ölünceye kadar kırbaçlanırlar.
Roma ordusuna karşı mücadele edilebilsin diye Ezidi mezhebi için Koçak’lara para vereceklerdir.
Her Cuma, bir idole sunu olarak hediyeler götürülecektir.
Bu esnada tellal, bir Koçak’ın evinin çatısından yüksek sesle, bunun bir peygamber çağrısı olduğunu söyleyerek, ziyafete davet edecektir.
Bunu herkes huşu içinde ve saygıyla dinlemeli ve bunu işiten herkes olduğu yerde toprağa ve taşa secde edip öpmelidir.
Hiçbir Kavval’ın yüz kıllarının kesilmemesi bizim için kuraldır.
Evlilik konusunda bizim yasamıza göre, düğün sırasında Koçak’ın evinden alınan bir somun ekmeğin yarısı gelin ve damada, diğer yarısı kedi’ye verilir.
Kutsanmış olmak için, ekmek yerine, Şeyh Adiy’in mezar tozlarından bir parça da yenebilir.
Nisan ayında evlilik yasaktır, çünkü bu yılın ilk ayıdır.
Fakat bu kural Kavval’lar için geçerli değildir, onlar bu ay boyunca evlenebilir.
Din adamı olmayan bir kimse Koçak’ların kızıyla evlenemez.
Herkes kendi öz sınıfından bir kadın ile evlenebilir.
Fakat bizim Emir’imiz, kadın olarak kimi gönlü isterse onu sevebilir. Din adamı olmayan biri on ile seksen yaş arasındaki kadınlarla evlenebilir; bir yıl arayla farklı kadın alabilir.
Gelin, damadın evinin yolu üzerindeki her türbeyi ziyaret etmek zorundadır; o bir Hıristiyan kilisesi bile olsa, o aynısını yapmak zorundadır.
Damadın evine ulaşınca, onun otoritesine girdiğini ifade etmek üzere, gelin küçük bir taş ile kapıya vurur.
Ayrıca, gelinin fakir ve muhtaçları sevmek zorunda olduğunu göstermek için, bir somun ekmek başının üzerinde, sanki boğazı sıkılıyormuş gibi, parçalanır.
Hiçbir Ezidi Çarşamba ve Cuma akşamları karısıyla yatamaz.
Kim bu buyruğa aykırı hareket ederse, o bir kafir olur.
Eğer bir adam bir yakınının karısını çalmış ise, kadının eski eşi ya da kız kardeşi veya annesi, kadının çeyizini vermek zorunda değildir.
Kızlar babalarının servetinden miras alamazlar.
Bir genç kadın veya kız bir dönüm tarla gibi satılabilir.
Eğer evlenmeyi reddederse, o zaman babasına, kendi emeği ile kazandığı bir parayı ödeyerek kendini kurtarmak zorundadır.
Kitab-ı Reş burada bitiyor. Bir çok hikayeler anlatıldı, bazıları gizlice, bazıları açıkça.
(Alıntı: Safa Kaçmaz / Toplum ve Tarih )
***
Bu sancaklar Yezid tahtı üzerinde oturan bizim Emir’imizde kalır.
Bu sancaklar başka bir yere gönderilecek olursa, Asurluların tanrısı Nisroc’un temsilcisi Şeyh Nasır ad Din’in temsilcisi Büyük Şeyh ile Emir’imiz tüm Kavval’ları çağırıp bir araya toplarlar.
Sonra Sancak’lar ziyaret edilir. Ve nihayet, her bir Sancak bir Kavval’a teslim edilerek birisi Halathane’ye, birisi Halep’e, birisi Rusya’ya, bir diğeri de Sincar’a gönderilir.
Bu sancaklar dört Kavval’a birer sözleşme ile verilir.
Sancaklar gönderilmeden önce Şeyh Adiy’in türbesine getirilerek büyük bir ilahi ve tören ile vaftiz edilip kutsanır.
Bundan sonra tüm tören katılımcıları Şeyh Adiy’in türbesinin temizliğine katılıp tozları süpürürler.
Sonra, bereket olarak dağıtılmak üzere ceviz büyüklüğünde hazırlanmış top lokmalar sancak ile birlikte taşınır.
Bir köy veya kasabaya yaklaşılırken oraya hemen önden bir tellal gönderilerek haber verilir ki, insanlar Kavval ve taşıdığı Sancak’ı saygı ve onur ile karşılayabilsinler.
Herkes güzel giysileri ve tütsüleri ile dönüp dururlar.
Kadınlar bağırmaya ve hep birlikte neşeli şarkılar söylemeye başlarlar.
Kavval onu ağırlayan kişilerce mutlu kılınır.
Geri kalan kişiler de, güçleri ölçüsünde ona gümüş hediyeler verir.
Bu dört sancak yanında üç tane daha vardır ki, toplamı yedi eder.
Bu son üçü şifa versinler diye, kutsal mekanlarda muhafaza edilir.
Bunlardan ikisi, Şeyh Adiy’in türbesinde ve üçüncüsü ise, Musul'a yaklaşık dört saat uzak olan Bahazaniye köyünde kalır.
Bu Kavval’lar her dört ayda bir bu seyahatlere çıkarlar.
Bunlardan birisi Emir’in bölgesinde seyahate çıkmak zorundadır.
Bu Kavval’lar belli bir sırayla her yıl değiştirilir.
Sancak’ı taşıyacak olan Kavval, yolculuktan önce, sumaklı ekşi su ile yıkanmak ve sonra da yağ ile ovularak temizlenmek zorundadır.
Aynı zamanda, farklı odaları olan her idol için bir lamba yakmak zorundadır.
İşte sancaklarla ile ilgili yasalar bunlardır.
Yeni yılın ilk günü, Serṣalie, yılın başlangıcıdır.
Nisan ayında ilk haftasının Çarşamba gününe denk gelir.
O gün her ailenin evinde mutlaka et olmalıdır.
Zenginler bir koyun ya da bir öküz; fakirler ise bir tavuk veya başka bir şey kesmelidir.
Bu etlerin, Yeni yılın ilk günü olan Çarşamba sabahının öncesindeki gece vakti pişirilmesi zorunludur. Böylece istirahat gününde, yiyecekler kutsanmış temiz olurlar.
Yılın ilk günü, mezarlıklarda ölü ruhları için sadakalar verilmelidir.
Bu günde büyük ve küçük yaştaki kızlar, kırlarda kırmızı ve kırmızıya çalan her türlü çiçeği toplamaya çıkarlar. Bunlardan demetler yaparlar ve o evde yaşayanların vaftiz edildiğini ifade etsin diye, üç gün boyunca kırmızı çiçek demetlerini evlerin kapılarında asılı tutarlar.
Yılbaşı sabahında bütün kapılar iyice görülecek şekilde kırmızı zambaklar ile süslenecektir.
Kadınlar ise fakir ve muhtaçları beslemek için mezarlıklarda dolaşırlar.
Kavval’a gelince, onlar da mezarlıklarda davul zurna ile Kürtçe ilahi söylerler ve bunun karşılığında para alırlar.
Serṣalie günü sevinçli hiçbir enstrüman ve ilahi çalınıp okunmaz, çünkü o gün Tanrı, o yılın kanunlarını bildirmek, tüm bilgeleri yönetmek ve komşuların ona gelmesini sağlamak için Tahtına oturmuştur.
Ve ilahiler, hamdolsun duaları, şarkılar eşliğinde Tanrı artık Yer altına ineceğini onlara söylediğinde, herkes huşu ile onun huzurunda ayağa kalkar ve sevince gark olur ve kendilerini tören kabakları üzerine atarlar.
Sonra Tanrı, kendi mührü ile bunları mühürler.
Ve Büyük Tanrı, yeraltına inecek olan Tanrıya mühürlü bir karar verir. Ve o, aynı zamanda ona, isteklerini yapabilme yetkisini de verir.
Tanrı, dua ve oruç yolunda iyilik ve sadaka yapılmasını ister.
Fakat, idol kültü, mesela Seyid ad Din veya Şeyh Şams gibi herhangi bir idole ibadet oruçtan daha iyidir.
Bazı rahip olmayan kimseler, yaz aylarında veya kışın olsun, kırk gün süren bir oruçtan sonra bir Koçak’a ziyafet vermektir.
Eğer o Koçak bunun Sancağa verilmiş bir sadaka olduğunu söyler ise, o zaman onun orucu tutulmuş sayılmaz.
Yıllık ondalık vergi toplama zamanı geldiğinde, vergisini tümüyle ödemeyenler halsiz kalıncaya, hatta bazıları ölünceye kadar kırbaçlanırlar.
Roma ordusuna karşı mücadele edilebilsin diye Ezidi mezhebi için Koçak’lara para vereceklerdir.
Her Cuma, bir idole sunu olarak hediyeler götürülecektir.
Bu esnada tellal, bir Koçak’ın evinin çatısından yüksek sesle, bunun bir peygamber çağrısı olduğunu söyleyerek, ziyafete davet edecektir.
Bunu herkes huşu içinde ve saygıyla dinlemeli ve bunu işiten herkes olduğu yerde toprağa ve taşa secde edip öpmelidir.
Hiçbir Kavval’ın yüz kıllarının kesilmemesi bizim için kuraldır.
Evlilik konusunda bizim yasamıza göre, düğün sırasında Koçak’ın evinden alınan bir somun ekmeğin yarısı gelin ve damada, diğer yarısı kedi’ye verilir.
Kutsanmış olmak için, ekmek yerine, Şeyh Adiy’in mezar tozlarından bir parça da yenebilir.
Nisan ayında evlilik yasaktır, çünkü bu yılın ilk ayıdır.
Fakat bu kural Kavval’lar için geçerli değildir, onlar bu ay boyunca evlenebilir.
Din adamı olmayan bir kimse Koçak’ların kızıyla evlenemez.
Herkes kendi öz sınıfından bir kadın ile evlenebilir.
Fakat bizim Emir’imiz, kadın olarak kimi gönlü isterse onu sevebilir. Din adamı olmayan biri on ile seksen yaş arasındaki kadınlarla evlenebilir; bir yıl arayla farklı kadın alabilir.
Gelin, damadın evinin yolu üzerindeki her türbeyi ziyaret etmek zorundadır; o bir Hıristiyan kilisesi bile olsa, o aynısını yapmak zorundadır.
Damadın evine ulaşınca, onun otoritesine girdiğini ifade etmek üzere, gelin küçük bir taş ile kapıya vurur.
Ayrıca, gelinin fakir ve muhtaçları sevmek zorunda olduğunu göstermek için, bir somun ekmek başının üzerinde, sanki boğazı sıkılıyormuş gibi, parçalanır.
Hiçbir Ezidi Çarşamba ve Cuma akşamları karısıyla yatamaz.
Kim bu buyruğa aykırı hareket ederse, o bir kafir olur.
Eğer bir adam bir yakınının karısını çalmış ise, kadının eski eşi ya da kız kardeşi veya annesi, kadının çeyizini vermek zorunda değildir.
Kızlar babalarının servetinden miras alamazlar.
Bir genç kadın veya kız bir dönüm tarla gibi satılabilir.
Eğer evlenmeyi reddederse, o zaman babasına, kendi emeği ile kazandığı bir parayı ödeyerek kendini kurtarmak zorundadır.
Kitab-ı Reş burada bitiyor. Bir çok hikayeler anlatıldı, bazıları gizlice, bazıları açıkça.
(Alıntı: Safa Kaçmaz / Toplum ve Tarih )
***
EZİDİ KİTAPLARI ÖN BİLGİ
Kim bu Ezidiler?
“ Sonunda ona inandılar, bunun üzerine biz de onları bir süre daha geçindirdik. Kuran / Saffat 37/148”
Ayetin “O” dediği Yunus peygamberdir. Hangi yıllarda yaşadığına dair kesin bir bilgi yok. Ancak Musa, Davut ve Süleyman’dan sonra peygamberlik ettiğini yazan Tevrat metinleri doğru kabul edilirse ve Süleyman Tapınağının MÖ 957 yılında inşa edildiği hatırlanırsa, ayetin MÖ 900 ile MÖ 800 yılları arasında Ortadoğu'da yaşanan siyasi gelişmelerden söz ettiği söylenebilir.
Ayetin “Onlar” dediği ise MÖ 1400 - MÖ 612 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren Asurlulardır. Başkentleri Ninova, Kuzey Irak’ta bugünkü Musul kentinin hemen yanı başında sadece bir harabeden ibaret.
Ezidilerin, işte bu Asur krallığından bugüne kalan eski halklardan biri olduğu kabul ediliyor. Daha eskiye giden kökleri bilinmiyor. Asur Krallığının MÖ 612 yılında Medler ve Babillilerin ortak saldırısı sonucu yıkılışına kadar neler yaşadıkları da bilinmiyor, ancak çalkantılı bir coğrafyada tarih boyunca çeşitli saldırılara maruz kaldıkları biliniyor.
Bu saldırılara sırasıyla, MÖ 550 yılında Kral Büyük Kiros’un idaresindeki Pers istilası, MÖ 332 yılında Büyük İskender idaresindeki Grek istilası, MS 117 yılında İmparator Hadrianus idaresindeki Roma istilası ve son olarak MS 640 yılında 2. Halife Ömer bin Hattab idaresindeki Arap istilaları örnek verilebilir.
Elbette bu saydıklarım belli başlı büyük dalgalar. Bunların arasında etnik, dini ve siyasi nedenlerle yaşanan başka münferit saldırılar da var. Araştırmacılar, şeytanı melekleştirdikleri için Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından dışlandıklarını ve çoğu Osmanlı döneminde olmak üzere 73 kez katliama uğradıklarını söylüyorlar.
Bunlardan günümüze en yakın olanları;
1988 yılı Saddam Hüseyin zamanında kimyasal silahların da kullandığı ve 100.000’i aşkın insanın ölümüne yol açan Enfal operasyonu, diğeri 2011 yılında Sincar’da (Şengal) 500 civarında Ezidinin ölümüne yol açan bombalı saldırı, sonuncusu 2014 yılında yine Sincar’da gerçekleştirilen ve 2000 civarında Ezidinin ölümüne yol açan İŞİD saldırılarıdır.
Bu saldırılar hala devam ediyor ve Ağustos 2016 itibariyle savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan 2000 civarında Yezidi Diyarbakır’da mülteci olarak kabul edilmeyi bekliyor.
Çoğunluğu Kürtçe konuşmasına rağmen kendilerini Kürtlüğün üzerinde özel bir ırk olarak tanımlıyorlar. Bugün dünyada 800.000 civarında Ezidi olduğu ve sayıları 600.000’i bulan büyük çoğunluğun hala Musul ve çevresinde yaşadığı söyleniyor. Ancak bazıları zaman içinde savaşlar nedeniyle Suriye, Türkiye, Almanya, Ermenistan, Gürcistan ve Rusya gibi ülkelere göçmüşler.
1970'li yıllara kadar Urfa, Mardin, Diyarbakır illerinde sayıları 80.000'i bulan Türkiye Ezidileri 1980’li yıllarda yurt dışına göç etmeye başlamışlar. 1985 yılında 23.000'e inen sayıları 2007 yılında 377'ye kadar inmiş. Türkiye’den göç edenlerin büyük bir kısmı bugün Almanya'da yaşamaktaymış.
Ezidiler konusunda ciddiye alınacak çok geniş kaynak yok. Ulaşabildiğim kayda değer tek çalışma, Konya Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Ahmet Taşğın’ın, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde iken sunduğu " Yazılı Metinlerde Dini-Sosyal Bir Grubun Serüveni: Türkiye Yezidiler Bibliyografyası" isimli doçentlik tezidir ve şöyle diyor;
“ Sonunda ona inandılar, bunun üzerine biz de onları bir süre daha geçindirdik. Kuran / Saffat 37/148”
Ayetin “O” dediği Yunus peygamberdir. Hangi yıllarda yaşadığına dair kesin bir bilgi yok. Ancak Musa, Davut ve Süleyman’dan sonra peygamberlik ettiğini yazan Tevrat metinleri doğru kabul edilirse ve Süleyman Tapınağının MÖ 957 yılında inşa edildiği hatırlanırsa, ayetin MÖ 900 ile MÖ 800 yılları arasında Ortadoğu'da yaşanan siyasi gelişmelerden söz ettiği söylenebilir.
Ayetin “Onlar” dediği ise MÖ 1400 - MÖ 612 yılları arasında Mezopotamya’da hüküm süren Asurlulardır. Başkentleri Ninova, Kuzey Irak’ta bugünkü Musul kentinin hemen yanı başında sadece bir harabeden ibaret.
Ezidilerin, işte bu Asur krallığından bugüne kalan eski halklardan biri olduğu kabul ediliyor. Daha eskiye giden kökleri bilinmiyor. Asur Krallığının MÖ 612 yılında Medler ve Babillilerin ortak saldırısı sonucu yıkılışına kadar neler yaşadıkları da bilinmiyor, ancak çalkantılı bir coğrafyada tarih boyunca çeşitli saldırılara maruz kaldıkları biliniyor.
Bu saldırılara sırasıyla, MÖ 550 yılında Kral Büyük Kiros’un idaresindeki Pers istilası, MÖ 332 yılında Büyük İskender idaresindeki Grek istilası, MS 117 yılında İmparator Hadrianus idaresindeki Roma istilası ve son olarak MS 640 yılında 2. Halife Ömer bin Hattab idaresindeki Arap istilaları örnek verilebilir.
Elbette bu saydıklarım belli başlı büyük dalgalar. Bunların arasında etnik, dini ve siyasi nedenlerle yaşanan başka münferit saldırılar da var. Araştırmacılar, şeytanı melekleştirdikleri için Hıristiyanlar ve Müslümanlar tarafından dışlandıklarını ve çoğu Osmanlı döneminde olmak üzere 73 kez katliama uğradıklarını söylüyorlar.
Bunlardan günümüze en yakın olanları;
1988 yılı Saddam Hüseyin zamanında kimyasal silahların da kullandığı ve 100.000’i aşkın insanın ölümüne yol açan Enfal operasyonu, diğeri 2011 yılında Sincar’da (Şengal) 500 civarında Ezidinin ölümüne yol açan bombalı saldırı, sonuncusu 2014 yılında yine Sincar’da gerçekleştirilen ve 2000 civarında Ezidinin ölümüne yol açan İŞİD saldırılarıdır.
Bu saldırılar hala devam ediyor ve Ağustos 2016 itibariyle savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınan 2000 civarında Yezidi Diyarbakır’da mülteci olarak kabul edilmeyi bekliyor.
Çoğunluğu Kürtçe konuşmasına rağmen kendilerini Kürtlüğün üzerinde özel bir ırk olarak tanımlıyorlar. Bugün dünyada 800.000 civarında Ezidi olduğu ve sayıları 600.000’i bulan büyük çoğunluğun hala Musul ve çevresinde yaşadığı söyleniyor. Ancak bazıları zaman içinde savaşlar nedeniyle Suriye, Türkiye, Almanya, Ermenistan, Gürcistan ve Rusya gibi ülkelere göçmüşler.
1970'li yıllara kadar Urfa, Mardin, Diyarbakır illerinde sayıları 80.000'i bulan Türkiye Ezidileri 1980’li yıllarda yurt dışına göç etmeye başlamışlar. 1985 yılında 23.000'e inen sayıları 2007 yılında 377'ye kadar inmiş. Türkiye’den göç edenlerin büyük bir kısmı bugün Almanya'da yaşamaktaymış.
Ezidiler konusunda ciddiye alınacak çok geniş kaynak yok. Ulaşabildiğim kayda değer tek çalışma, Konya Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Sosyoloji bölümü öğretim üyesi Prof. Ahmet Taşğın’ın, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde iken sunduğu " Yazılı Metinlerde Dini-Sosyal Bir Grubun Serüveni: Türkiye Yezidiler Bibliyografyası" isimli doçentlik tezidir ve şöyle diyor;
*
" İran ve Mezopotamya’da yaşamış ve yaşayan dinlerin izlerinin ve tesirinin görüldüğü Yezidilik, hem ismi hem de tarihi açısından günümüze kadar tartışıla gelmiştir. Farklı birçok dinin etkisinde nasıl kaldığı, hangi aşamalardan sonra son şeklini aldığı konusu hala aydınlatılmayı beklemektedir. Bu konuda ileri sürülen tezler, dinlerin birleşmesinden ortaya çıkan bu tablonun aydınlatılması üzerine yoğunlaşmıştır.
Yezidiliğin bu isimle anılmasının nedeni de tam olarak ortaya konabilmiş değildir. Konu ile ilgili olarak öne sürülen görüşlerde; Yezd şehriyle ilgili olduğu, Muaviye’nin oğlu Yezid’in ismiyle isimlendirildiği, Yezdan (tanrı) ve Ezd (tanrıya tapan) kelimelerinden türediği söylenmektedir.
Kökenlerinin çok eski olduğu iddia edilse de, Ortadoğu’nun milattan önceki önemli inançlarından Zerdüştlüğe dayandırılsa da, Yezidilik kavramına tarihte ilk olarak 1153 yılında ölen Şehristani’nin 'El Milel ve’n Nihal' isimli eserinde rastlıyoruz.
Yezidilik, kurucusu kabul edilen Adi bin Müsafir ile başlatılmaktadır. Adi bin Müsafir, Şam’ın Baalbek nahiyesinin Beytifar köyünde 1072 yılında doğmuş ve 1162 yılında Irak’ın Sincar şehrinde ölmüştür. Biyografik eserler ile tasavvuf ve tarih kaynaklarında Adi bin Müsafir’den bahsedilmiştir. İstisnasız olarak bu kaynakların hepsi kendisinden övgüyle bahsetmişlerdir.
Adeviye ve Sohbetiye tarikatlarıyla anılan Adi bin Müsafir, büyük bir mutasavvıf ve din bilginidir. Kendisi, Ebu’l Vefa Hulvani, Ahmet Rufai ve Abdülkadir Geylani gibi dönemin büyük mutasavvıfları ve din bilginleriyle görüşmüş, sohbetlerinde bulunmuş, dostluk kurmuş ve güvenlerini kazanmıştır. Adi bin Müsafir’in İslam inançları ve tasavvufu ile ilgili günümüze kadar ulaşan eserleri vardır.
Ancak buna rağmen Adi bin Müsafir dönemi ve sonrası tatmin edici bir şekilde aydınlatılamamıştır. Yezidilik araştırmalarının en büyük sorunlarından biri burada başlamaktadır. İslam kaynaklarında verilen bilgiler ışığında değerlendirildiğinde, Yezidilik ile Adi bin Müsafir arasında ilişki kurmak oldukça zordur. Aslında Yezidiliğin toplama bir yapıya sahip olduğu varsayılmaktadır. Öyle görünüyor ki, ya Adi bin Müsafir’in öteden beri süre gelen sürece tesiri olmamıştır, ya da Yezidilik son şeklini Adi bin Müsafir’den sonra almıştır. Her halde Yezidiliğin aydınlatılamamış olan bu dönemi daha uzun süre araştırmacıların dikkatini çekmeye devam edecektir.
Ülkemizde Yezidiliği ve Yezidileri konulu çalışmaların fazla olduğunu söyleyemeyiz. Yezidilik ve Yezidiler konusu bir bakıma çalışılmayarak göz ardı edilmiştir. Yapılan bu çalışmaların birkaç istisna dışında yeterli olmadığı görülmektedir. Özellikle yaşayan Yezidilik hakkında çalışma hemen hemen yok denecek kadar azdır.
Yezidiler kendi inançlarından olmayanlara karşı kapalı kalmışlardır. Ve çoğu zaman da, bu kapalı tutum dini bir gereklilik şeklinde telakki edilmiş ve öylece de ifa edilmiştir. Birkaç istisna sayılmaz ise, konuya ilgi duyanlar Yezidilik ve Yezidiler hakkında hiçbir neticeye ulaşamamışlardır.
Bununla beraber Yezidi olmayanlar Yezidiliği sapıklık ve Yezidileri sapık olarak kabul etme ön yargısıyla araştırma ihtiyacı duymamışlardır.
Yezidilerin İslam dininden ayrılmış sapık bir topluluk olduğuna dair kanaat, konu hakkında yeterli ve tarafsız bilgi elde etmeye, elde edilen bilgilerin de verilmesine engel olmuştur. Yezidilik ve Yezidiler hakkında verilen bilgiler genellikle eksik, taraflı ve yanlıştır.
Yezidiliğe ve Yezidilere ilginin canlı kalmasını sağlayan önemli bir husus; Hıristiyan ve Müslümanlardan özellikle yöneticiler, seyyahlar ve din adamlarının Yezidileri, “Şeytana Tapanlar” şeklinde isimlendirmiş olmalarıdır. Şeytana Tapanlar şeklindeki isimlendirme, bir teamül haline gelmiş daha sonra konuyla ilgili yayınlarda da bu şekliyle yer almıştır.
Şeytana Tapanlar şeklindeki isimlendirme, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dini ve kutsal kitaplarına dayanmaktadır. Yezidiliğe ve Yezidilere baştan itibaren eksik ve ön yargılı bakmakla nihayet bulan bu yaklaşım, tanımlayıcı metodun bir sonucudur. Bu tanımlayıcı tavır, Yezidiliğin içeriden bir bütün olarak ele alınmasına engel olduğu gibi, yaşayan Yezidiliğin de olduğu gibi anlaşılmasını engellemiştir.
Bazı araştırmalarda konuya ideolojik yaklaşılmakta ve Yezidilik Kürtlerin eski milli dini olarak sunulmaktadır. Bu tür tezler hem çok iddialı, hem de ispatlanması çok güç tezlerdir.
Yezidilik ve Yezidilerle ilgili araştırmalarda Yezidilerin katkıları sağlanamamış, sağlanamadığı gibi çekingen durmalarına ve geri çekilmelerine neden olunmuştur.
Diğer taraftan Yezidiler de kendileri hakkında araştırma yapmamışlardır. Son yıllarda Avrupa’da kurulan Yezidi dernekleri ise, Yezidilik hakkındaki muhtelif yayınlara karşı cevap veya tekzip yazıları yayınlamaktan öteye geçememiştir.
Özellikle Yezidi Emir ve Şeyhlerinin ellerinde bulunan belgeleri açıklamaları araştırmalara önemli bir katkı sağlanacağı gibi, karanlıkta kalan birçok noktanın da açıklığa kavuşmasını sağlayacaktır. Yard. Doç. Dr. Ahmet Taşğın."
" İran ve Mezopotamya’da yaşamış ve yaşayan dinlerin izlerinin ve tesirinin görüldüğü Yezidilik, hem ismi hem de tarihi açısından günümüze kadar tartışıla gelmiştir. Farklı birçok dinin etkisinde nasıl kaldığı, hangi aşamalardan sonra son şeklini aldığı konusu hala aydınlatılmayı beklemektedir. Bu konuda ileri sürülen tezler, dinlerin birleşmesinden ortaya çıkan bu tablonun aydınlatılması üzerine yoğunlaşmıştır.
Yezidiliğin bu isimle anılmasının nedeni de tam olarak ortaya konabilmiş değildir. Konu ile ilgili olarak öne sürülen görüşlerde; Yezd şehriyle ilgili olduğu, Muaviye’nin oğlu Yezid’in ismiyle isimlendirildiği, Yezdan (tanrı) ve Ezd (tanrıya tapan) kelimelerinden türediği söylenmektedir.
Kökenlerinin çok eski olduğu iddia edilse de, Ortadoğu’nun milattan önceki önemli inançlarından Zerdüştlüğe dayandırılsa da, Yezidilik kavramına tarihte ilk olarak 1153 yılında ölen Şehristani’nin 'El Milel ve’n Nihal' isimli eserinde rastlıyoruz.
Yezidilik, kurucusu kabul edilen Adi bin Müsafir ile başlatılmaktadır. Adi bin Müsafir, Şam’ın Baalbek nahiyesinin Beytifar köyünde 1072 yılında doğmuş ve 1162 yılında Irak’ın Sincar şehrinde ölmüştür. Biyografik eserler ile tasavvuf ve tarih kaynaklarında Adi bin Müsafir’den bahsedilmiştir. İstisnasız olarak bu kaynakların hepsi kendisinden övgüyle bahsetmişlerdir.
Adeviye ve Sohbetiye tarikatlarıyla anılan Adi bin Müsafir, büyük bir mutasavvıf ve din bilginidir. Kendisi, Ebu’l Vefa Hulvani, Ahmet Rufai ve Abdülkadir Geylani gibi dönemin büyük mutasavvıfları ve din bilginleriyle görüşmüş, sohbetlerinde bulunmuş, dostluk kurmuş ve güvenlerini kazanmıştır. Adi bin Müsafir’in İslam inançları ve tasavvufu ile ilgili günümüze kadar ulaşan eserleri vardır.
Ancak buna rağmen Adi bin Müsafir dönemi ve sonrası tatmin edici bir şekilde aydınlatılamamıştır. Yezidilik araştırmalarının en büyük sorunlarından biri burada başlamaktadır. İslam kaynaklarında verilen bilgiler ışığında değerlendirildiğinde, Yezidilik ile Adi bin Müsafir arasında ilişki kurmak oldukça zordur. Aslında Yezidiliğin toplama bir yapıya sahip olduğu varsayılmaktadır. Öyle görünüyor ki, ya Adi bin Müsafir’in öteden beri süre gelen sürece tesiri olmamıştır, ya da Yezidilik son şeklini Adi bin Müsafir’den sonra almıştır. Her halde Yezidiliğin aydınlatılamamış olan bu dönemi daha uzun süre araştırmacıların dikkatini çekmeye devam edecektir.
Ülkemizde Yezidiliği ve Yezidileri konulu çalışmaların fazla olduğunu söyleyemeyiz. Yezidilik ve Yezidiler konusu bir bakıma çalışılmayarak göz ardı edilmiştir. Yapılan bu çalışmaların birkaç istisna dışında yeterli olmadığı görülmektedir. Özellikle yaşayan Yezidilik hakkında çalışma hemen hemen yok denecek kadar azdır.
Yezidiler kendi inançlarından olmayanlara karşı kapalı kalmışlardır. Ve çoğu zaman da, bu kapalı tutum dini bir gereklilik şeklinde telakki edilmiş ve öylece de ifa edilmiştir. Birkaç istisna sayılmaz ise, konuya ilgi duyanlar Yezidilik ve Yezidiler hakkında hiçbir neticeye ulaşamamışlardır.
Bununla beraber Yezidi olmayanlar Yezidiliği sapıklık ve Yezidileri sapık olarak kabul etme ön yargısıyla araştırma ihtiyacı duymamışlardır.
Yezidilerin İslam dininden ayrılmış sapık bir topluluk olduğuna dair kanaat, konu hakkında yeterli ve tarafsız bilgi elde etmeye, elde edilen bilgilerin de verilmesine engel olmuştur. Yezidilik ve Yezidiler hakkında verilen bilgiler genellikle eksik, taraflı ve yanlıştır.
Yezidiliğe ve Yezidilere ilginin canlı kalmasını sağlayan önemli bir husus; Hıristiyan ve Müslümanlardan özellikle yöneticiler, seyyahlar ve din adamlarının Yezidileri, “Şeytana Tapanlar” şeklinde isimlendirmiş olmalarıdır. Şeytana Tapanlar şeklindeki isimlendirme, bir teamül haline gelmiş daha sonra konuyla ilgili yayınlarda da bu şekliyle yer almıştır.
Şeytana Tapanlar şeklindeki isimlendirme, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam dini ve kutsal kitaplarına dayanmaktadır. Yezidiliğe ve Yezidilere baştan itibaren eksik ve ön yargılı bakmakla nihayet bulan bu yaklaşım, tanımlayıcı metodun bir sonucudur. Bu tanımlayıcı tavır, Yezidiliğin içeriden bir bütün olarak ele alınmasına engel olduğu gibi, yaşayan Yezidiliğin de olduğu gibi anlaşılmasını engellemiştir.
Bazı araştırmalarda konuya ideolojik yaklaşılmakta ve Yezidilik Kürtlerin eski milli dini olarak sunulmaktadır. Bu tür tezler hem çok iddialı, hem de ispatlanması çok güç tezlerdir.
Yezidilik ve Yezidilerle ilgili araştırmalarda Yezidilerin katkıları sağlanamamış, sağlanamadığı gibi çekingen durmalarına ve geri çekilmelerine neden olunmuştur.
Diğer taraftan Yezidiler de kendileri hakkında araştırma yapmamışlardır. Son yıllarda Avrupa’da kurulan Yezidi dernekleri ise, Yezidilik hakkındaki muhtelif yayınlara karşı cevap veya tekzip yazıları yayınlamaktan öteye geçememiştir.
Özellikle Yezidi Emir ve Şeyhlerinin ellerinde bulunan belgeleri açıklamaları araştırmalara önemli bir katkı sağlanacağı gibi, karanlıkta kalan birçok noktanın da açıklığa kavuşmasını sağlayacaktır. Yard. Doç. Dr. Ahmet Taşğın."
*
Sizce Yezidi şeyhleri bir gün ellerindeki belgeleri açıklayacaklar mı..?
Bence hayır, çünkü ortada gösterilecek yazılı bir kitap yok. Yezid zamanında da yoktu, şimdi de yok ve hiçbir zaman da olmadı.
Nedeni şu ki, Yezidiler kırsal alanlarda tarım ve hayvancılıkla geçinen ümmi (okuma yazma bilmez) bir toplumdu ve onlar da Hz. Muhammet gibi bu özellikleriyle gurur duyar, bunu bir saflık ve temizlik ölçüsü olarak görürlerdi. Onlar da bizim gibi okuyanın kâfir olacağını düşünür, geçen zamanın getirdiği teknolojik ve sosyolojik değişimlere direnmeye çalışırlardı.
Sizce Yezidi şeyhleri bir gün ellerindeki belgeleri açıklayacaklar mı..?
Bence hayır, çünkü ortada gösterilecek yazılı bir kitap yok. Yezid zamanında da yoktu, şimdi de yok ve hiçbir zaman da olmadı.
Nedeni şu ki, Yezidiler kırsal alanlarda tarım ve hayvancılıkla geçinen ümmi (okuma yazma bilmez) bir toplumdu ve onlar da Hz. Muhammet gibi bu özellikleriyle gurur duyar, bunu bir saflık ve temizlik ölçüsü olarak görürlerdi. Onlar da bizim gibi okuyanın kâfir olacağını düşünür, geçen zamanın getirdiği teknolojik ve sosyolojik değişimlere direnmeye çalışırlardı.
Topladığımız veriler, Mushaf-ı Reş ve Kitab’ül Cilve isimli eserlerin Yezid’in ölümünden 400 yıl, hatta 500 yıl sonra kaleme alınan risale türü bireysel eserler olduğunu düşündürüyor. Yazıldıkları tarihte, yazarları tarafından dahi tam olarak bilinmediğini düşünüyorum. Tıpkı, Hz. Muhammet'in en yakınındaki sahabelerin bile Kuran'ı tam anlamıyla bilemedikleri gibi...
Şimdi, sorular sorarak ve sorgulayarak o yıllara doğru yaklaşmaya başlayabiliriz,
Yezidilik hakkındaki ilk yazılı belge hangi tarihte görülmüş?
1153 yılında, Şehristani’nin ‘El Milel ve’n Nihal’ isimli eserinde.
Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi bin Müsafir hangi tarihte yaşamış?
1072 - 1162 yılları arasında.
Şehristani ve Şeyh Adi görüşmüş olabilirler mi?
Bilmiyorum, ama tarihsel olarak mümkün.
Peki, Şehristani adı geçen eserinde Mushaf-ı Reş ve Kitab’ül Cilve isimli kitaplardan söz ediyor mu?
Bilmiyorum. Bu bilgiyi arayacak zamanım ve imkanım olmadı, ama zannetmiyorum. Bilen varsa söylesin, zira bu bilgi çalışmayı zenginleştirir.
(Not: Bu satırlar 05.08.2016, saat 17.00 gibi yayınlanmıştı, bir saat kadar sonra bir Kuran okurundan cevap geldi. Cevabın sahibi, görüş ve eleştirileriyle bu çeviriye iki yıldır katkıda bulunan Feti Ayaz. Şöyle diyor; Bu soruyu sormakta haklı görünüyorsunuz. Çünkü Şehristani’nin eserinde, değil Mushaf-ı Reş’ten Yezidilikten bile söz edilmiyor. Bu bilgiye Şehristani’nin ‘El Milel ve’n Nihal’ isimli eserini tercüme eden Muhammet Seyyid Geylani'nin çalışmasında bir ek olarak rastlıyoruz.)
Muaviye ve oğlu Yezid, hangi tarihlerde yaşamışlar?
Muaviye: 602 - 680, Yezid: 646 - 683
Yani Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi, ne Muaviye dönemini, ne de Yezid dönemini görmemiş. Yaptığı tüm bu işleri Yezid’in ölümünden 350 yıl sonra gerçekleştirmiş. Şu halde neden kurduğu bu inanışın adına Yezidilik adını vermiş? Yoksa Yezidilik Yezid'den daha öncelere dayanan eski bir isim miydi?
Başka bir soru,
Yezid’in doğduğu tarihte babası Muaviye Şam valisiydi. Oğluna kendinden önceki Şam valisi kardeşi Yezid’in adını verdi. Babaları Ebu Süfyan, Muaviye'nin ağabeyi için Arapçada yaygın olmayan bu ismi nereden bulmuştu? Yoksa bu isim, Pers kültüründeki ‘Yezdan’ kelimesinden taşınan ve Arapçadaki ‘Abdullah - Abdurrahman’ anlamını karşılayan bir isim miydi? Yani, "Yezid"; Yezdan'ın kulu... "Yezidi"; Yezdan'ın kullarından...
Bu ismin Arapça karşılığına ulaşamadım. Ancak Yezid isminin anlamı tahmin ettiğim gibiyse, Yezidiler boşa alınganlık gösteriyor ve boşa isim değiştirmeye uğraşıyor olabilirler. Zira söz ettiğimiz Yezidi isminin Muaviye'nin oğlu Yezid'le zaten ilgisi yok.
Bir soru daha,
Şeyh Adi bin Müsafir; Ahmet er Rufai, Abdülkadir Geylani ve Hasan Basri gibi tarikat kurucusu önemli İslam âlimleriyle sohbeti olan başka bir İslam âlimi. Ne işi varmış da Şam’dan kalkıp Irak’taki Laleş vadisine gitmiş ve Yezidilik diye başka bir inanç sistemi kurmuş? Yoksa hakkındaki bu kadar övgüye rağmen, gerçekte dinden çıkmış bir sapık mıydı? O dönem neden karanlıkta kalmış ve aydınlatılamamış?
Bir soru daha,
Hz. Muhammet zamanında 2000 kişilik orduyu zor toplayabilen Araplar, nasıl bir nüfus artışıyla çoğaldılar ki Emeviler ve Abbasiler döneminde 50.000 kişilik, 100.000 kişilik ordular oluşturabildiler?
Bunun cevabının Araplarla ilgisi olmadığını, İslam şemsiyesi altında örgütlenen Mısırlılar, Türkler, İranlılar ve diğer toplumlarla ilgili olduğunu biliyoruz.
Ve son soru,
Şeyh Adi bin Müsafir’in yazdırdığı söylenen Mushaf-ı Reş, Yezid’in Roma’ya karşı mücadelesinden ve Ezidilerin bu mücadeleye parasal desteğinden söz ediyor. Şeyh Adi niçin ilahi konuları bir yana bırakıyor da 350 yıl önce olup bitmiş siyasi olaylardan söz ediyor? Kaldı ki o tarihlerde Abbasiler iktidardaydı ve çok parlak bir durumda değillerdi.
Çok açık anlaşılıyor ki ortada Mushaf-ı Reş diye bir kitap yoktur. Sözlü aktarımların yıllar sonra yazıya döküldüğü bireysel metinler vardır ve din kitabı olarak sunulmaları yine dinen yasaklanmıştır.
O yıllarda, Kuran'ın bile ancak uzun tereddüt ve tartışmalardan sonra kitaplaştırılabildiğini hatırlamıyor musunuz..?
Başka bir ifade ile, Zerdüşlüğün Avesta'sından bile daha eskilere uzanan kitapsız dinlerin yaşayan bir örneğiyle karşı karşıyayız. Karşı karşıya olduğumuz bu tablo, insanlık tarihi için Göbeklitepe'nin keşfinden bile daha önemli olabilir. Ezidilerin iman, ibadet ve gelenek ayrıntılarına girdiğimizde bunun önemini daha yakından göreceğiz.
Bu tablodan daha pek çok soru çıkarılabilir ama fazla uzatmadan sorulara verdiğimiz cevapları yorumlamaya başlayabiliriz.
Hiç kuşkusuz siyasi bir tabloyla karşı karşıyayız ve olan biten şu;
İslam dininde tarikat olarak bilinen tüm yapılanmalar, gerçekte siyasete yardım ve yataklık eden planlanmış kuruluşlardır. Tıpkı bugün görüp yaşadığımız diğer tarikatlar ve cemaatler gibi siyaset tarafından parasal olarak desteklenirler. Tarikat şeyhi veya evliya olarak bildiğimiz kimseler, gerçekte siyasetten emir alan ve din adı altında siyasete hizmet eden kiralık köşe yazarlarıdır. İslam tarihine damga vurmuş büyük tarikatları inceleyin, hemen hemen hepsinin o tarihlerde kurulduğunu göreceksiniz.
Ancak Ezidilik onlardan biri gibi görünmüyor. Şeyh Adi ile o günkü Ezidi ileri gelenleri arasında düzenlenen özel bir anlaşma gibi görünüyor. Bu anlaşma ile Ezidilerin inanç özgürlüğü İslam şemsiyesi altında saklanmış, karşılığında da onların düşmanla işbirliğinin önü kesilmiş gibi görünüyor. İslama benzeyen ibadet biçimleri dikkate alınırsa, bunun aynı zamanda bir eğitim çalışması olduğunu söylemek bile mümkündür.
İyi okumalar.
Şimdi, sorular sorarak ve sorgulayarak o yıllara doğru yaklaşmaya başlayabiliriz,
Yezidilik hakkındaki ilk yazılı belge hangi tarihte görülmüş?
1153 yılında, Şehristani’nin ‘El Milel ve’n Nihal’ isimli eserinde.
Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi bin Müsafir hangi tarihte yaşamış?
1072 - 1162 yılları arasında.
Şehristani ve Şeyh Adi görüşmüş olabilirler mi?
Bilmiyorum, ama tarihsel olarak mümkün.
Peki, Şehristani adı geçen eserinde Mushaf-ı Reş ve Kitab’ül Cilve isimli kitaplardan söz ediyor mu?
Bilmiyorum. Bu bilgiyi arayacak zamanım ve imkanım olmadı, ama zannetmiyorum. Bilen varsa söylesin, zira bu bilgi çalışmayı zenginleştirir.
(Not: Bu satırlar 05.08.2016, saat 17.00 gibi yayınlanmıştı, bir saat kadar sonra bir Kuran okurundan cevap geldi. Cevabın sahibi, görüş ve eleştirileriyle bu çeviriye iki yıldır katkıda bulunan Feti Ayaz. Şöyle diyor; Bu soruyu sormakta haklı görünüyorsunuz. Çünkü Şehristani’nin eserinde, değil Mushaf-ı Reş’ten Yezidilikten bile söz edilmiyor. Bu bilgiye Şehristani’nin ‘El Milel ve’n Nihal’ isimli eserini tercüme eden Muhammet Seyyid Geylani'nin çalışmasında bir ek olarak rastlıyoruz.)
Muaviye ve oğlu Yezid, hangi tarihlerde yaşamışlar?
Muaviye: 602 - 680, Yezid: 646 - 683
Yani Yezidiliğin kurucusu Şeyh Adi, ne Muaviye dönemini, ne de Yezid dönemini görmemiş. Yaptığı tüm bu işleri Yezid’in ölümünden 350 yıl sonra gerçekleştirmiş. Şu halde neden kurduğu bu inanışın adına Yezidilik adını vermiş? Yoksa Yezidilik Yezid'den daha öncelere dayanan eski bir isim miydi?
Başka bir soru,
Yezid’in doğduğu tarihte babası Muaviye Şam valisiydi. Oğluna kendinden önceki Şam valisi kardeşi Yezid’in adını verdi. Babaları Ebu Süfyan, Muaviye'nin ağabeyi için Arapçada yaygın olmayan bu ismi nereden bulmuştu? Yoksa bu isim, Pers kültüründeki ‘Yezdan’ kelimesinden taşınan ve Arapçadaki ‘Abdullah - Abdurrahman’ anlamını karşılayan bir isim miydi? Yani, "Yezid"; Yezdan'ın kulu... "Yezidi"; Yezdan'ın kullarından...
Bu ismin Arapça karşılığına ulaşamadım. Ancak Yezid isminin anlamı tahmin ettiğim gibiyse, Yezidiler boşa alınganlık gösteriyor ve boşa isim değiştirmeye uğraşıyor olabilirler. Zira söz ettiğimiz Yezidi isminin Muaviye'nin oğlu Yezid'le zaten ilgisi yok.
Bir soru daha,
Şeyh Adi bin Müsafir; Ahmet er Rufai, Abdülkadir Geylani ve Hasan Basri gibi tarikat kurucusu önemli İslam âlimleriyle sohbeti olan başka bir İslam âlimi. Ne işi varmış da Şam’dan kalkıp Irak’taki Laleş vadisine gitmiş ve Yezidilik diye başka bir inanç sistemi kurmuş? Yoksa hakkındaki bu kadar övgüye rağmen, gerçekte dinden çıkmış bir sapık mıydı? O dönem neden karanlıkta kalmış ve aydınlatılamamış?
Bir soru daha,
Hz. Muhammet zamanında 2000 kişilik orduyu zor toplayabilen Araplar, nasıl bir nüfus artışıyla çoğaldılar ki Emeviler ve Abbasiler döneminde 50.000 kişilik, 100.000 kişilik ordular oluşturabildiler?
Bunun cevabının Araplarla ilgisi olmadığını, İslam şemsiyesi altında örgütlenen Mısırlılar, Türkler, İranlılar ve diğer toplumlarla ilgili olduğunu biliyoruz.
Ve son soru,
Şeyh Adi bin Müsafir’in yazdırdığı söylenen Mushaf-ı Reş, Yezid’in Roma’ya karşı mücadelesinden ve Ezidilerin bu mücadeleye parasal desteğinden söz ediyor. Şeyh Adi niçin ilahi konuları bir yana bırakıyor da 350 yıl önce olup bitmiş siyasi olaylardan söz ediyor? Kaldı ki o tarihlerde Abbasiler iktidardaydı ve çok parlak bir durumda değillerdi.
Çok açık anlaşılıyor ki ortada Mushaf-ı Reş diye bir kitap yoktur. Sözlü aktarımların yıllar sonra yazıya döküldüğü bireysel metinler vardır ve din kitabı olarak sunulmaları yine dinen yasaklanmıştır.
O yıllarda, Kuran'ın bile ancak uzun tereddüt ve tartışmalardan sonra kitaplaştırılabildiğini hatırlamıyor musunuz..?
Başka bir ifade ile, Zerdüşlüğün Avesta'sından bile daha eskilere uzanan kitapsız dinlerin yaşayan bir örneğiyle karşı karşıyayız. Karşı karşıya olduğumuz bu tablo, insanlık tarihi için Göbeklitepe'nin keşfinden bile daha önemli olabilir. Ezidilerin iman, ibadet ve gelenek ayrıntılarına girdiğimizde bunun önemini daha yakından göreceğiz.
Bu tablodan daha pek çok soru çıkarılabilir ama fazla uzatmadan sorulara verdiğimiz cevapları yorumlamaya başlayabiliriz.
Hiç kuşkusuz siyasi bir tabloyla karşı karşıyayız ve olan biten şu;
İslam dininde tarikat olarak bilinen tüm yapılanmalar, gerçekte siyasete yardım ve yataklık eden planlanmış kuruluşlardır. Tıpkı bugün görüp yaşadığımız diğer tarikatlar ve cemaatler gibi siyaset tarafından parasal olarak desteklenirler. Tarikat şeyhi veya evliya olarak bildiğimiz kimseler, gerçekte siyasetten emir alan ve din adı altında siyasete hizmet eden kiralık köşe yazarlarıdır. İslam tarihine damga vurmuş büyük tarikatları inceleyin, hemen hemen hepsinin o tarihlerde kurulduğunu göreceksiniz.
Ancak Ezidilik onlardan biri gibi görünmüyor. Şeyh Adi ile o günkü Ezidi ileri gelenleri arasında düzenlenen özel bir anlaşma gibi görünüyor. Bu anlaşma ile Ezidilerin inanç özgürlüğü İslam şemsiyesi altında saklanmış, karşılığında da onların düşmanla işbirliğinin önü kesilmiş gibi görünüyor. İslama benzeyen ibadet biçimleri dikkate alınırsa, bunun aynı zamanda bir eğitim çalışması olduğunu söylemek bile mümkündür.
İyi okumalar.
***
Makabeler 3. Kitap
Bölümler
Rafia savaşı
Yahudiler'in İskenderiye'ye sürülmesi
Yahudiler'in idamı engelleniyor
Ptolemi'nin mektubu
Rafia Savaşı
1. Filopator geri dönen kişilerden denetim altında tuttuğu bölgelerin Antiyokus tarafından ele geçirildiğini öğrenince tüm kuvvetlerine, hem piyadelere hem de süvarilere buyruk verdi. Yanına kız kardeşi Arsino'yu alarak Rafia yakınında Antiyokus'un ordugah kurduğu yere ilerledi.
2. Ancak Teodotus adında bir adam, tasarladığı düzeni gerçekleştirmekte kararlıydı. Daha önce kendisine verilen Ptolemaik'in silahlarını alıp geceleyin Ptolemi'nin çadırına girdi. Amacı tek başına onu öldürüp savaşa son vermekti.
3. Fakat Drimilus'un oğlu olarak tanınan ve aslen Yahudi olan, ama sonradan ataların geleneklerine ihanet edip dinini değiştiren Dositeus, kralı uzaklaştırıp çadırında önemsiz bir kişinin bulunmasını sağlamıştı. Böylece kralı hedef alan öç bu kişinin başına geldi.
4. Şiddetli bir çatışma oldu, savaşı Antiyokus kazanıyor gibiydi. Arsino dövünerek saçları dağınık bir biçimde gözyaşları içinde askerlerin önüne gidip savaşı kazanmaları durumunda her birine iki mina altın vereceğini söyledi. Böylece kendilerini, karılarını ve çocuklarını cesurca savunmaları için onları teşvik etti.
5. Sonunda düşman bozguna uğratıldı ve çok sayıda esir alındı.
6. Kurulan düzeni bozduktan sonra Ptolemi yakın kentleri ziyaret edip onları teşvik etmeye karar verdi.
7. Ziyarette bulunarak ve kutsal yerlerine armağanlar bağışlayarak halkının cesaretini güçlendirdi.
Filopator Tapınağa Girmeye Çalışıyor
8. Yahudiler, kendisini karşılamak, olup bitenlerden dolayı kutlamak ve ona armağanlar sunmak üzere ihtiyarları ve kurul üyelerinin bazılarını gönderdikleri için Filopator en kısa zamanda onları ziyaret etmek için sabırsızlanıyordu.
9. Yeruşalim'e vardıktan sonra en ulu Tanrı'ya kurban kesip şükran sunuları sunarak kutsal yere uygun düşeni yaptı. Bunun üzerine alana girip güzelliğinden ve mükemmelliğinden etkilenerek,
10. Tapınağın harika düzenine hayran kaldı ve yüreğinde Kutsal Yer'e girme arzusu doğdu.
11. Kendi halkından kişilere, hatta kâhinlere bile tapınağa girmenin yasak olduğunu, hepsinden üstün olan başkâhinin bile yalnız yılda bir kere girebildiğini ve bu yüzden kendisinin de girmesinin yasak olduğunu söylediklerinde kral hiç ikna olmadı.
12. Kutsal Yasa kendisine okunduktan sonra bile girme hakkına sahip olduğunu ileri sürmekten vazgeçmeyerek, "O adamlar bu onurdan yoksun kılınmış olsa da ben yoksun kalmamalıyım" dedi.
13. Bunun üzerine diğer tapınaklara girdiğinde neden kimsenin onu engellemediğini sordu.
14. Birisi düşüncesiz bir şekilde bunu bir uğur belirtisi olarak görmenin doğru olmadığını söyledi.
15. Kral şöyle karşılık verdi: "Fakat oralara girebildiğime göre buraya girmemi isteseler de istemeseler de girmemin bir sakıncası olmamalı."
Yahudiler'in Ptolemi'ye Karşı Direnişi
16. Bunun üzerine kutsal giysilerini giymiş kâhinler yere kapanıp bulundukları durumda ulu Tanrı'nın yardım etmesi ve bu kötü niyetin yol açacağı felaketi önlemesi için yalvardılar. Tapınağı feryatlar ve gözyaşlarıyla doldurdular.
17. Kentte kalanlar gizemli bir olayın gerçekleştiğini düşünerek rahatsız olup acele ile dışarı çıktılar.
18. İnzivaya çekilmiş genç kadınlar odalarından çıkıp annelerine koştular, saçlarına toz serperek sokakları ağıtlar ve iniltilerle doldurdular.
19. Evlenmek üzere yeni süslenmiş gelinler, evlilik birleşmesi için hazırlanmış zifaf odalarını terk edip sergilenmesi gereken ağırbaşlı tutumu boşlayarak kente büyük bir telaş içinde akın ettiler.
20. Anneler ve dadılar yeni doğmuş bebekleri, bazılarını evlerde bazılarını sokaklarda oraya buraya bırakıp arkalarına hiç bakmadan yüce tapınakta toplandılar.
21. Kralın Kutsal Yer'e karşı yapmayı düşündüğü saygısızlıktan dolayı oraya toplanan halkın yalvarışları çoktu.
22. Ayrıca daha cesur olan yurttaşlar ne kralın tasarılarının ne de niyetlendiği amacın gerçekleşmesini içlerine sindiremiyorlardı.
23. Bunlar, Kutsal Yer'de büyük bir kargaşa yaratarak bağırıp yurttaşlarını silah kuşanmaya ve atalarının yasası için cesaretle ölmeye çağırdılar. Yaşlı erkekler ve ihtiyarlar tarafından zorla engellenerek diğerleriyle aynı şekilde durarak yalvarmaya başladılar.
24. Bu arada kalabalık dua etmeyi sürdürdü,
25. Aynı zamanda krala yakın olan ihtiyarlar onu, çeşitli yollarla niyetlendiği tasarıdan vazgeçirmeye ve kibirli düşüncesini değiştirmeye çalıştılar.
26. Fakat o küstahlaşıp hiçbir şeye aldırış etmedi ve sözü edilen düşünceyi gerçekleştirmek için yaklaşmaya başladı.
27. Çevresindekiler bunu görünce halkımızla birlikte içinde bulundukları sıkıntıda onları savunacak güçte Olan'ı çağırmaya ve bu yasa dışı ve küstahça davranışa göz yummaması için yalvarmaya başladılar.
28. Kalabalıkların sürekli, şiddetli ve güçlü feryadı büyük bir gürültü yarattı.
29. Kutsal Yer kirleneceğine herkes gerçekten ölmeyi yeğlediği için yalnız insanlar değil, sanki duvarlar da tüm yeryüzü de feryat ediyordu.
Başkâhin Simon'un Duası
1. Bunun üzerine Başkâhin Simon Kutsal Yer'e doğru dönüp diz çöktü ve sakin bir şekilde ellerini saygıyla açıp şöyle dua etti:
2. Rab, göklerin kralı, bütün yaratılışa egemen, kutsallar arasında en kutsal Olan, tek egemen, Her Şeye Gücü Yeten, gururu ve gücü ile yücelen Rab, bu saygısız ve zındık adam yüzünden derin acı çeken bizlere bak.
3. Çünkü her şeyin yaratıcısı ve her şeyin üstünde egemenlik süren sen adil bir kralsın. Kibirli ve saygısızca davrananları yargılarsın.
4. Geçmişte adaletsizlik yapanları yok ettin. Aralarında kendi güçlerine ve cesaretine güvenen devler vardı, ama sınırsız bir tufan göndererek onları yıkıma uğrattın.
5. Küstahça davranan ve kötülükleriyle ün yapmış olan Sodom halkını ateş ve kükürtle yok ettin; onları sonraki kuşaklar için bir örnek yaptın.
6. Kutsal halkın İsrail'i köle yapan kibirli firavunun üzerine birçok felaketler göndererek büyük gücünü gösterdin.
7. Halkını savaş arabalarıyla ve askerle kovaladığında sen onları denizin diplerinde boğdun. Fakat tüm yaratılışın üzerinde egemen olan sana güvenenleri güvenle geçirdin.
8. Ellerinin eserini gördüklerinde Her Şeye Gücü Yeten seni övdüler.
9. Sen, ey Kral, sınırsız ve ölçülmez dünyayı yarattıktan sonra hiçbir şeye gereksinim duymamana karşın, bu kenti seçip adın uğruna kutsadın. Görkemli huzurunla yücelttiğin zaman büyük ve onurlu adının yüceliği için onu sağlam bir temel yaptın.
10. İsrail halkını sevdiğin için sıkıntıya düştüğümüz veya başarısız olduğumuz durumda bu yere gelip dua ettiğimiz zaman yalvarışımıza kulak vereceğine söz verdin.
11. Gerçekten de doğru ve sadıksın.
12. Zulmedildikleri ve küçümsendikleri zaman atalarımıza yardım edip onları büyük kötülüklerden korudun.
13. Ey kutsal Kral, bak şimdi günahlarımız çok ve büyük olduğu için acı ile eziliyor, düşmanlarımıza bağımlı oluyor ve çaresizlik içinde yakalanıyoruz.
14. Düşüşümüzde bu küstah ve zındık adam, yeryüzünde senin görkemli adına adanmış Kutsal Yer'i kirletmeye cüret ediyor.
15. Çünkü senin konutun insanların yaklaşamayacağı cennetlerin cennetidir.
16. Fakat halkın İsrail'e kendi görkemini lütufla bağışladığın için sen bu yeri kutsadın.
17. Bu adamların gerçekleştirdiği kirlilik için bizi cezalandırma. Bizi bu saygısızlıktan sorumlu tutma. Yoksa suçlular öfkeleriyle övünüp dillerinin gururuyla coşarak
18. Tiksindirici putların evleri nasıl ayaklar altına alındıysa biz de kutsal konutu öyle çiğnedik, diyecekler.
19. Günahlarımızı sil, yanlışlıklarımızı kaldır ve merhametini bu saatte göster.
20. Merhametlerin bize çabucak yetişsin, ruhu ezik ve mahzun olanların ağzına övgü ezgileri koy ve bize esenlik ver."
Tanrı'nın Ptolemi'yi Cezalandırması
21. Bunun üzerine her şeyin ilk Babası, kutsallar arasında en kutsal Olan, her şeyi gören Tanrı, yasaya uygun bu yalvarışı işitip kendini kibirce ve saygısızca yüceltmiş olanı cezalandırdı.
22. Bir kamış rüzgarda nasıl sallanırsa Tanrı da onu öylece salladı. Öyle ki yerde çaresizce uzandı. Adil bir cezayla vurulduğu için kollarıyla bacaklarının tutmamasının yanı sıra konuşamıyordu.
23. Bunun üzerine uğradığı sert cezayı görünce yaşamını yitireceğinden korkarak arkadaşlarıyla korumaları büyük bir korku ve paniğe kapıldılar ve onu oradan sürüklediler.
24. Bir süre sonra düzeldi. Fakat cezalandırılmış olmasına karşın tövbe etmedi ve sert tehditler savurarak oradan uzaklaştı.
Yahudiler'e Karşı Saldırılar
25. Mısır'a vardığında sözü edilen ve adil olan her şeye yabancılaşmış içki arkadaşlarının yardımıyla kötülük etme niyetlerini eyleme dökmeye devam etti.
26. Sayısız şehvetli eylemleriyle yetinmedi. O kadar ileri gitti ki, cüretkâr bir şekilde çeşitli yörelerde kötü raporlar uydurdu. Arkadaşlarının bir çoğu kralın amacını azimlice yerine getirerek onun isteğine boyun eğdiler.
27. Yahudi toplumunu herkesin gözü önünde utanca boğmayı önerdi ve meydandaki kuleye üzerinde şu yazıt olan bir taş yerleştirdi:
28. "Kurban kesmeyenlerin hiçbiri kutsal yerlerine giremez. Ayrıca Yahudiler'in hepsi kayıt olup vergi ödeyecek ve köle konumunda olacaktır. Karşı koyanlar zorla tutuklanıp öldürülecektir.
29. Kaydolanların bedenlerine ateş ile Diyonisos'un sarmaşık sembolü dağlanacak ve önceki sınırlı konumlarına indirilecekler."
30. Herkese düşman gibi görünmemek için de bunun altına şunları yazdırdı: "Ancak onlardan biri gizemli inanışları benimseyenlere katılmayı seçerse İskenderiyelilerle eşit yurttaşlık haklarına sahip olacaktır."
31. Bazı kişiler doğal olarak kentlerinin dinini sürdürmenin bedelini ödemek istemediler ve ileride kralın gözüne girebileceklerini düşünerek hemen teslim oldular.
32. Fakat halkımızın çoğu cesur bir ruhla sapasağlam durup inançlarını inkar etmediler; yaşamları karşılığında para ödeyerek kendilerini kayıt işleminden kurtarmaya çalıştılar.
33. Yardım alma umutlarını kararlılıkla beslediler ve ayrılanları Yahudi halkının düşmanları olarak görüp onlardan nefret ederek onları arkadaşlık ve yardımdan yoksun bıraktılar.
Yahudiler ve Komşuları
1. Küstah kral durumun farkına varınca o kadar hiddetlendi ki, yalnız İskenderiye'de yaşayan Yahudiler'e öfkelenmekle kalmayıp özellikle kırsal bölgelerde bulunanlara karşı şiddetli bir şekilde düşman kesildi. Yahudiler'in tümünün bir araya toplanıp en acımasız yöntemlerle öldürülmelerini buyurdu.
2. Bu hazırlıklar yapılırken Yahudi halkına karşı düzen kurup zarar vermek isteyenler tarafından şöyle bir düşmanca söylenti yayıldı. Yahudiler'in geleneklerinin başkaları tarafından yerine getirilmesine engel oldukları yönünde bir rapor buna gerekçe oldu.
3. Yahudiler'se hanedana karşı şaşmaz bir bağlılık ve iyi niyet sergilemeyi sürdürdüler.
4. Ancak Tanrı'ya taptıkları ve O'nun yasasına göre yaşadıkları için yiyecek konusundaki ayrılıklarını bozmadılar. Bu yüzden bazı kişilerin gözünde iğrençtiler,
5. Ama yaşam biçimlerini doğru kişilerin iyi eylemleriyle süsledikleri için herkesten saygı gördüler.
6. Ne var ki, diğer uluslardan olanlar, onların kendi halkları için yararlı hizmetlerini görmezden geldiler.
7. Bunun yerine ibadet ve yiyecek konusundaki değişikliklere ilişkin dedikodu yaptılar ve bu insanların ne kral ne de görevlilerine sadık olduklarını, tersine kralın hükümetine karşı ve düşman olduklarını ileri sürdüler. Bu nedenle Yahudiler'i sıra dışı bir dille kınadılar.
8. Bu insanların etrafında beklenmedik bir kargaşa ve aniden oluşan kalabalıkları gören kentteki Grekler hiçbir haksızlığa uğramamış olmalarına karşın onlara yardım edecek güçte değildiler. Çünkü onlar da zulüm altında yaşıyorlardı. Durumlarına üzüldüklerinden onları teselli etmeye çalıştılar. Koşulların düzeleceğini düşünüyorlardı.
9. Çünkü hiçbir suç işlememiş böyle büyük bir halkın yok olmak üzere terk edilmesi doğru değildi.
10. Komşuları, arkadaşları ve meslektaşlarının bazıları onları zaten gizlice kenara çekmiş ve yardım sağlamak için daha fazla çaba göstereceklerini söyleyip onları koruyacaklarına söz vermişlerdi.
Ptolemi'nin Çıkardığı Buyruk
11. Bu sırada talihli olmakla övünen ve ulu Tanrı'nın gücünü hesaba katmayan kral, amacını düzenli bir şekilde gerçekleştirebileceğini düşünerek onlara karşı şu mektubu yazdı:
12. "Kral Ptolemi Filopator'dan Mısır'da ve tüm bölgelerindeki generaller ve askerlerine selam ve sağlık olsun:
13. "Bendeniz ve hükümetim esenlik içinde bulunmaktayız.
14. Bildiğiniz gibi Asya'da sefer yaptığımız sırada savaş, ilahların istemli olarak bizimle birlikte davranmasından ötürü tasarladığımız gibi sonuçlandı.
15. Kili-Suriye ve Fenike'deki halklara mızrak zoruyla değil merhamet ve büyük bir yardımseverlikle, onlara karşı gönülden iyi davranarak egemenlik sürmemiz gerektiğini düşündük.
16. Kentlerdeki tapınaklara büyük gelirler sağladıktan sonra Yeruşalim'e de varıp akılsızlıklarından vazgeçmeyen o kötü insanların tapınağını onurlandırmaya gittik.
17. Sözde huzurumuzu kabul ettiler, fakat eylemleri içtenlikten yoksundu. Çünkü iç tapınaklarına girip onu muhteşem göz kamaştırıcı güzellikte bağışlarla onurlandırmayı önerdiğimizde
18. Geleneksel kibirlerine kapılıp girmemize engel oldular. Fakat herkese yönelik iyi niyetimizden dolayı gücümüzün sergilenmesinden kurtuldular.
19. Bize karşı olan düşmanlıklarını sürdürmekle bütün ulusların arasında krallara ve kendi iyiliklerini düşünenlere kafa tutan tek halk oldular. Hiçbir davranışın içtenlikle yapıldığına inanmak istemiyorlar.
20. "Fakat biz Mısır'a zaferler kazanmış olarak girdiğimizde akılsızlıklarına göz yumduk. Çünkü biz bütün uluslara karşı cömertçe davranırız.
21. Yaptığımız iyilikler arasında şu da vardı: Bizimle yaptıkları işbirliği ve başlangıçtan beri onlara cömertçe emanet edilen çok sayıdaki işlerden dolayı buradaki yurttaşlarına genel af ilan ettik ve bir değişiklik yapma yürekliliğini göstererek onlara İskenderiye yurttaşı olma ve olağan dinsel törenlerimize katılma hakkını tanımaya karar verdik.
22. Fakat doğuştan gelme kötü niyetleri nedeniyle bunu aykırı bir ruhla algılayıp iyi olanı hor gördüler. Sürekli kötülüğe eğimli olduklarından
23. Paha biçilmez değerdeki yurttaşlığı küçümsemekle kalmayıp aynı zamanda aralarında bize içtenlikle yakın olan kişilere karşı hem sözle hem sessizlikle nefretlerini sergilediler. Her koşulda, düşük yaşam biçimlerine uygun bir şekilde yakında politikamızı değiştireceğimizden kuşkulanıyorlar.
24. Bize karşı olduklarına inandığımız için ani bir kargaşanın meydana gelmesi durumunda bu saygısız insanlar arkamızda vahşi düşmanlar ve hainler olarak durmasınlar diye önlemler almış bulunuyoruz.
25. Dolayısıyla bu mektup gelir gelmez düşmanlara uygun, kesin ve utanç verici idam cezasını çekmek üzere aranızda yaşayanları, karıları ve çocuklarıyla birlikte, demir prangalara vurup aşağılamalara varan sert bir tutumla bize göndermeniz için buyruklar verdik.
26. Çünkü bunların hepsi cezalandırıldıktan sonra önümüzdeki süreç için hükümetin elimizde iyi bir durumda ve düzenli olacağına eminiz.
27. Fakat Yahudiler'i koruyanlar, ister yaşlı ister çocuk ya da bebek olsun, aileleriyle birlikte ölene kadar acımasızca işkence görecektir.
28. İhbarcı olarak çalışmaya istekli olanlar cezalandırılanların malvarlığına sahip olacak, ayrıca krallık hazinesinden iki bin drahmi alacak ve özgürlüğe kavuşacaktır.
29. Bir Yahudi'ye koruma sağlayan bir yer ortaya çıkarılırsa orası yaklaşılmaz ilan edilip ateşle yakılacak ve her canlıya sonsuza dek yararsız hale getirilecektir."
30. Mektup yukarıdaki şekilde yazılmıştır.
Yahudiler'in İskenderiye'ye Sürülmesi
1. Bunun üzerine bu buyruğun ulaştığı her yerde devlet kasasından Yahudi olmayanlar için bir ziyafet düzenlendi ve büyük bir sevinç vardı. Çünkü uzun zamandır yüreklerinde sakladıkları düşmanlık şimdi ortaya çıkmış ve dile getirilmiş durumdaydı.
2. Fakat Yahudiler sürekli yas tutuyor, ağıt yakıyor ve gözyaşları içinde feryat ediyordu. Her yerde yürekleri yanıyordu ve onların mahvolması için çıkartılan bu beklenmedik buyruktan dolayı inliyorlardı.
3. Hangi bölge ya da kent, hangi yerleşim yeri ya da hangi sokaklar onlar için yas ve ağlama sesleriyle yankılanmıyordu ki!
4. Çünkü birçok kentte generaller tarafından o kadar zalim ve acımasız bir şekilde gönderiliyorlardı ki düşmanlarının bazıları bile, gözlerinin önündeki sıra dışı cezalar karşısında acınacak durumda olanları görüp yaşamın belirsizliği üzerinde düşünerek bu perişan insanların sürgün edilmesine gözyaşları döktüler.
5. Çünkü götürülenler arasında çok sayıda yaşlı, ak sakallı, iki büklüm olmuş, ağır aksak yürüyen erkekler vardı. Utanç verici davranışların baskısıyla sürülerek hızlı adımlarla yürümeye zorlanıyorlardı.
6. Evlilik hayatına başlamak üzere zifaf odasına yeni girmiş genç kadınların sevincinin yerini ağlayış aldı. Mür kokulu saçlarına küller serpmiş olarak, peçesiz bir biçimde götürüldüler. Putperestlerin acımasız zulmü onları yıkıma uğrattı ve düğün ezgisi yerine hep birlikte ağıt yaktılar.
7. Gemiye bindirme yerine kadar bağlı olarak ve herkesin gözü önünde şiddetle sürüklendiler.
8. Çelenk yerine boyunlarında ipler taşıyan gençliklerinin doruğundaki kocalar, düğün şöleninin geri kalan günlerini neşeli bir şenlik kutlayarak değil ağıt yakarak geçirdiler. Çünkü ölümle burun burunaydılar.
9. Prangalara vurulmuş olarak yabanıl hayvanlar gibi gemilere bindirildiler; bazıları gemideki oturma yerlerine boyunlarından bağlandı, başkalarının ayaklarıysa kırılmaz prangalara vuruldu.
10. Ayrıca hainlere yaraşır bir uygulamayla karşılaşmaları için yolculuk boyunca deliksiz bir güverte altında, koyu karanlıkta hapsedildiler.
Yahudiler'in Şedia 'daki Tutukluluğu
11. Şedia diye adlandırılan yere getirildiklerinde ve yolculuk kralın buyruğuna uygun bir biçimde sona erdiğinde bu insanlar kentin karşısında yapılmış olan kocaman surlu bir hipodroma koyuldular. Kenttekilerin ve kente gelen herkesin onlarla alay etmesi için en uygun yer burasıydı. Böylece ne kralın kuvvetleriyle bir bağlantı kurabildiler ne de kentin sınırı içinde olduklarını ileri sürebildiler.
12. Bunlar yerine getirildikten sonra kral, Yahudiler'in kentteki yurttaşlarının kendi akrabalarının başlarına gelen talihsizliğin yasını tutmak üzere kentten gizlice çıkıp acı acı ağladıklarını duyunca,
13. Öfkelenip yas tutanların da cezalarının en ufak ayrıntısına kadar diğerleriyle aynı sonu paylaşmalarını buyurdu.
14. Daha önce kısaca sözü edilen ağır iş cezası için değil, bütün halk kralın buyurduğu akıl almaz işkenceleri görmek üzere birer birer kaydolacak ve bunun sonucunda bir gün içinde bütün ulus yok edilecekti.
15. Bu yüzden, başvuran bu insanların kayıt işlemleri güneşin doğuşundan batışına kadar acı bir acelecilikle ve son derece yoğun bir çalışmayla yapıldı ve kırk gün sonra hâlâ tamamlanmamış olan bu iş sona erdi.
16. Sürekli büyük bir sevinçle coşan ve putlarının uğruna ziyafetler düzenleyen kral, gerçeğe yabancılaşmış aklı ve saygısız ağzıyla en ulu Tanrı'ya karşı uygunsuz sözler kullanıyor, ama konuşamayan, iletişim gücünden yoksun olan, kimseye yardım edemeyen şeyleri övüyordu.
17. Fakat az önce belirtilen dönemden sonra katipler, Yahudiler'in bitmek bilmeyen sayılarından dolayı sayımını bitiremeyeceklerini krala bildirdiler.
18. Yahudiler'in çoğu hâlâ kırsal bölgelerde olduğu halde bazıları kendi evlerinde, bazıları sarayda oturuyordu. Bu görev Mısır'daki tüm generalleri aşıyordu.
19. Onları kaçış yolu sağlamak için rüşvet almakla suçlayıp kötü tehdit etti.
20. Ancak kullandıkları kalem kağıdın tükenmiş olduğunu söyleyip bunu kanıtladıkları zaman bu konuda bütünüyle ikna oldu.
21. Fakat bu olay, gökten Yahudiler'e yardım edenin karşı koyulmaz lütfundan dolayı gerçekleşmişti.
Yahudiler'in İdam Edilmesi İki Kere Engelleniyor
1. Bunun üzerine bütünüyle katılaşan kral ezici bir öfke ve gazapla doldu.
2. Yahudiler'in kötü kaderleriyle karşılaşmaları için fil bakıcısı Hermon'u çağırıp ertesi gün sayıları beş yüz olan filleri bol miktarda saf şarap ve avuçlar dolusu günnük ile sarhoş edip bol bol içtikleri içkinin etkisiyle çılgına dönen filleri Yahudiler'in üzerine salmasını buyurdu.
3. Bu buyrukları verdikten sonra özellikle Yahudiler'in düşmanları olan arkadaşları ve ordu komutanlarıyla birlikte yaptıkları ziyafete döndü.
4. Fil bakıcısı Hermon ise buyrukları bağlılıkla yerine getirmeye koyuldu.
5. Yahudiler'in denetlenmesiyle görevlendirilmiş ve bütün halkın tam olarak yıkıma uğrayacağına inanmış hizmetçiler akşam zamanı çıkıp bu perişan insanların ellerini bağlayıp gece boyunca sürecek olan gözetim için hazırlıklar yaptılar.
6. Her yönden bağlanarak sıkıştırılmış oldukları için diğer ulusların gözünde Yahudiler yardım edilemeyecek duruma düşmüşlerdi.
7. Fakat gözyaşlarıyla ve susturulması zor haykırışlarla Her Şeye Gücü Yeten, her gücün Egemeni Olan, merhametli Tanrı ve Babaları'nı çağırıp onlara karşı gerçekleştirilmeye çalışılan bu kötü tasarıyı intikamla engellemesi,
8. Ve görkemli bir belirtiyle kendileri için hazırlanmış bu kötü kaderden kurtarması için dua ettiler.
9. Yalvarışları da gayretle göğe yükseldi.
10. Bu arada çok miktarda şarap içinceye ve günnük ile tıka basa doluncaya kadar zavallı filleri sarhoş eden Hermon, hazırlıklar konusunda krala bir rapor vermek üzere sabah erkenden avluya gelip kendini takdim etti.
11. Fakat Rab, başlangıçtan beri gece gündüz dilediği kişiye verdiği iyilik olan uyku payını kralın üzerine gönderdi.
12. Rab'bin bu yaptığından ötürü öyle derin ve keyifli bir uykuya daldı ki, yasadışı amacı suya düştü ve inatçı tasarısı bütünüyle engellendi.
13. Bunun üzerine belirlenen saatten kurtuldukları için Yahudiler kutsal Tanrıları'nı övüp kolayca barışanın her şeye gücü yeten elinin gücünü kibirli olan diğer uluslara göstermesi için yalvardılar.
14. Fakat saat neredeyse on buçuk olduğunda davetlerden sorumlu kişi konukların toparlandığını görünce krala yaklaşıp onu dürttü.
15. Kralı güçlükle uyandırdıktan sonra ziyafet saatinin geçmekte olduğunu anımsatarak durumu ona anlattı.
16. Bunu değerlendirdikten sonra kral içki içmeyi sürdürdü ve ziyafet için gelenlerin karşısına oturmalarını buyurdu.
17. Bundan sonra onları eğlenmeye teşvik etti ve ziyafetin kalan zamanını daha da neşeyle kutlamaları için ısrar etti.
18. Toplantı epey ilerledikten sonra kral, Hermon'u çağırıp tehditler ederek ondan Yahudiler'in neden günün sonuna kadar sağ kalmalarına izin verildiğini açıklamasını buyurdu.
19. Fakat Hermon kralın arkadaşlarının da yardımıyla kendisine verilen buyrukları gün ağarmadan kusursuzca yerine getirdiğini açıkladığı zaman vahşi kral Falaris'inkinden daha büyük bir acımasızlıkla Yahudiler'in bugünkü uykularından yararlandıklarını söyledi.
20. "Ama yarın hiç bir erteleme olmaksızın yasaya karşı gelen Yahudiler'in yok edilmesi için filleri aynı şekilde hazırla" diye ekledi.
21. Kral konuşmasını bitirdikten sonra orada bulunan herkes neşeli ve istekli bir şekilde oybirliğiyle onaylayıp kendi evlerine döndüler.
22. Fakat geceyi uyumaktan çok, yok edilmeye mahkum olduğunu sandıkları bu insanlara içlerinden hakaretler ederek geçirdiler.
23. Sabah erkenden horoz öter ötmez hayvanları hazırlamış olan Hermon onları büyük arenada hareket ettirmeye başladı.
24. Kent halkı büyük bir kalabalık oluşturacak şekilde bu acıklı gösteri için toplanmış gün doğuşunu sabırsızlıkla bekliyordu.
25. Fakat zamanları bitmek üzere olan Yahudiler ellerini göğe uzatıp gözyaşları içinde hüzünlü ağıtlarla en ulu Tanrı'ya tekrar yardım etmesi için son nefesleriyle yalvardılar.
26. Güneş daha ağarmamıştı. Kral arkadaşlarını kabul ederken Hermon, kralın arzusunu yerine getirmeye hazır olduğunu belirterek gelip onları dışarıya davet etti.
27. Fakat kral bunu işittiği zaman çok olağandışı olan dışarı çıkma davetinin de etkisiyle anlama gücünden bütünüyle yoksun kalarak kendisi için büyük gayretle yerine getirilen görevin ne olduğunu sordu.
28. Bu her şeye egemen olan Tanrı'nın işiydi. Çünkü O önceden yapılmış olan tasarıları krala unutturmuştu.
29. Bunun üzerine, "Ey kral, gayretli amacınız uyarınca" diyerek kralın arkadaşlarıyla Hermon hayvanların ve askerlerin hazır olduğunu bildirdi.
30. Fakat bu sözler üzerine karşı koyulmaz bir şekilde öfkelendi. Çünkü Tanrı'nın isteğiyle bu konuda aklının dengesi bozulmuştu. Tehdit savurucu bir bakışla şöyle dedi:
31. "Eğer anne baban ya da çocukların burada olsaydı bana şikayet etmek için hiçbir neden bırakmayan, atalarıma olağanüstü ölçüde tam ve sağlam bir bağlılık sergilemiş olan Yahudiler yerine vahşi hayvanlara zengin bir ziyafet olmaları için onların hazırlanmalarını buyururdum.
32. Birlikte yetişmemiş olsak ya da sana yararlılığından kaynaklanan sevgi duymasaydım gerçekte bunların yerine sen yaşamından olurdun." Bu görev Mısırdaki tüm generalleri aşıyordu.
33. Böylece Hermon beklenmedik ve çok tehlikeli bir tehditle karşı karşıya kaldı. Bakışlarında derin bir korku belirdi ve suratı asıldı.
34. Kralın arkadaşları toplanmış olan insanları kendi işlerine salıvererek teker teker oradan sessizce gönderdiler.
35. Bunun üzerine kralın söylediklerini işiten Yahudiler kralların kralını, kendini gösteren Rab Tanrı'yı övdüler. Çünkü bu da O'ndan almış oldukları bir yardımdı.
36. Fakat kral konuklarının eğlenceye dönmeleri için ısrar edip kutlamayı aynı şekilde devam ettirdi.
37. Hermon'u çağırıp tehdit içeren bir ses tonuyla, "Sen zavallı aşağılık, bu konularda kaç kere sana buyruk vereceğim" dedi,
38. "Yarın Yahudiler'in yok edilmesi için filleri bir daha hazırla!"
39. Fakat onunla birlikte sofrada oturan görevliler aklının dengesizliğine hayret edip şöyle itiraz ettiler:
40. Ey kral, bizi aptal yerine koyup daha ne kadar sınayacaksın? Üçüncü kez yok edilmeleri için buyruk verip bu konudaki kararınızı bozuyorsunuz.
41. Bunun doğurduğu beklenti nedeniyle kentin tümü kargaşa içinde; bir yığın insanla doldu ve her an yağmalanma tehlikesiyle karşı karşıya."
42. Bunun üzerine öfke dolan ve her yönüyle vahşi Falaris'e benzeyen kral, Yahudiler'in korunması için düşüncelerinde gelişen değişikliğe aldırış etmeksizin Yahudiler'i hayvanların ayakları altında ezilmek üzere hemen ölüme göndereceğine,
43. Ondan sonra da Yahudiye'nin üzerine yürüyüp ateş ve mızrakla hemen yerle bir edeceğine ve kendisinin giremediği tapınağı bütünüyle yakarak içinde kurban kesenleri sonsuza dek tapınaksız bırakacağına sağlam ve geri alınamaz bir ant içti.
44. Bunun üzerine kralın arkadaşları ve görevliler büyük sevinç içinde ayrıldılar. Kendilerinden emin bir şekilde askerlerini nöbet tutmaya en elverişli noktalara yerleştirdiler.
45. Kent hipodroma girmeye çalışan ve itişip kakışan sayısız insanlardan oluşan bir kalabalıkla dolmuştu.
46. Hayvanların günnük ile karıştırılmış kokulu şarapla delilik derecesinde sarhoş edilmesinden ve korkunç aletlerle donatılmasından sonra, fil bakıcısı şafak vaktinde avluya girip söz konusu eylem için kralı harekete geçmeye zorladı.
47. Bu yüzden katılaşmış yüreğinden dolayı kral, küfür dolu aklını şiddetli bir öfkeyle doldurduğunda söz konusu halkın acı ve çaresiz yıkımına kendi gözleriyle tanık olmak üzere hayvanlarla birlikte büyük hışımla çıktı.
48. Yahudiler, kapıdan çıkan fillerin ve arkalarından gelen askerlerle kalabalığın attığı adımlardan ötürü kalkan toz bulutunu görüp çıkan büyük gürültüyü ve sesleri duyunca,
49. Yaşamlarının son anına ve en acıklı bekleyişlerinin sonuna geldiklerini düşünerek acı feryatlar ve iniltilerle kendilerini birbirlerinin kollarına bıraktılar. Anne babalar ve çocuklar, anneler ve kızlar, memelerinden son sütü emziren anneler akrabalara sarıldılar ve öpüştüler.
50. Bununla kalmadı, daha önce gökten aldıkları yardımı düşünerek hep birlikte yere kapandılar.
51. Bebekleri memelerinden alıp yüksek sesle haykırarak ölüm kapısının eşiğinde oldukları için her gücün üstündeki Egemen'in kendilerine merhamet etmesi ve kendisini göstermesi için yalvardılar.
Elazar'ın Duası
1. O sırada ülkedeki bütün kâhinler arasında ün salmış, yaşı oldukça ilerlemiş ve yaşamı boyunca her tür erdemle güzelleşmiş Elazar adında bir kâhin çevresindeki ihtiyarların kutsal Tanrı'yı çağırmayı bırakmalarını isteyip kendisi şöyle dua etti:
2. "Büyük güce sahip Kral, Yüce Olan, tüm yaratılışı merhametle yöneten Her Şeye Gücü Yeten Tanrı, İbrahim'in torunlarına bak!
3. Ey Baba, yabancıların topraklarında yabancı olarak mahvolmakta olan ve senin kutsal payının halkı olan aziz Yakup'un çocuklarına bak!
4. Sen, Mısır'ın eski hükümdarını, yasaya aykırı küstahlığı ve övüngen diliyle kendini yücelten firavunu çok sayıda savaş arabaları ve kibirli ordusuyla birlikte denizde boğarak yok ettin. Böylece merhametin ışığını İsrail ulusunun üzerine saçtın.
5. Sen, ya Rab, kendi gücünü birçok ulusa göstererek sayısız kuvvetleriyle övünen, mızrak zoruyla bütün dünyayı ele geçirmiş olan ve senin kutsal kentine karşı üzücü sözlerle böbürlenerek küstahlaşan zalim Asur Kralı Sanherib'i paramparça ettin.
6. Sen, boş şeylere kulluk etmemek için kendilerini gönül rızasıyla ateşe teslim eden Babil'deki üç yoldaşı, hararetle yanan ocağı çiğ ile serinleterek en ufak zarar görmelerine izin vermeden kurtarıp ateşi düşmanlara karşı çevirdin.
7. Kıskanç iftiralardan dolayı aslanlara yem olmak üzere yer altına atılan Daniel'i hiçbir zarar görmeden gün ışığına çıkardın.
8. Sen, Baba, kocaman deniz canavarının karnında kalan Yunus'u koruyup ailesine sağ salim kavuşturdun.
9. Şimdi küstahlıktan nefret eden, herkesi koruyan, merhameti engin olan sen, iğrenç ve vahşi ulusların kötü davranışlarıyla karşı karşıya kalan İsrail halkına kendini en kısa zamanda açıkla.
10. "Sürgündeyken sana yaraşmayan bazı şeylere karıştıysak da bizi düşmanın elinden kurtar Rab ve senin seçeceğin felaketle bizi yok et.
11. Kendini beğenmişler, 'Tanrıları bile onları kurtarmadı' diyerek sevdiğin halkını yıkıma uğratmakla aptalca bir kibire kapılmasınlar.
12. Ama sonsuz Olan, bütün kudretin ve gücün sahibi, şimdi bizimle ilgilen ve vahşilerin yersiz gururundan dolayı birer hainmişiz gibi yaşamı ellerinden alınan bize merhamet et.
13. Ey ulu Tanrı, bugün Yakupun halkını kurtaracak güçte olanın önlenemez gücü karşısında uluslar dehşete kapılıp tir tir titresinler.
14. Bebeklerle büyüklerden oluşan bu kalabalık sana gözyaşlarını dökerek yalvarmaktadır.
15. Ey Rab, bütün uluslar bizimle birlikte olduğunu ve bizden yüzünü çevirmediğini anlasınlar. 'Düşmanlarının diyarında oldukları zaman bile onları ihmal etmedim' demiştin. Evet, ya Rab, sözünü tut."
İki Melek Yahudiler'i Kurtarıyor
16. Elazar tam duasını bitirirken kral bütün hayvanları ve kibirli kuvvetleriyle birlikte hipodroma vardı.
17. Yahudiler bunu görünce göğe o kadar büyük feryatlar yükselttiler ki, yakındaki vadiler ağlayışlarıyla yankılandı ve ordu dehşete kapıldı.
18. Bunun üzerine görkemli, Her Şeye Gücü Yeten ve doğru Tanrı yüzünü gösterip göklerin kapılarını açtı ve Yahudiler dışında herkesin görebildiği dehşet verici bir görünüme sahip iki görkemli melek indi.
19. Düşman kuvvetlere karşı durarak onları kırılmaz zincirlerle bağlayıp şaşkınlık ve dehşete düşürdü.
20. Kral bile tir tir titremeye başlayıp iç karartıcı gururunu unuttu.
21. Hayvanlar, arkalarından gelen askerlerin üzerine yürüyüp onları ayaklan altında çiğneyerek yok etmeye başladılar.
22. Bunun üzerine önceden tasarladıklarından dolayı kralın duyduğu öfkenin yerini merhamet ve gözyaşları aldı.
23. Çünkü bağrışmaları duyup hepsinin yıkıma uğradığını görünce ağlayıp arkadaşlarını öfkeyle tehdit ederek,
24. "Ülkeye ihanet ediyorsunuz ve gaddarlıkta zalim hükümdarları aşıyorsunuz" dedi, "Ülkenin iyiliğine yarar sağlamayan işleri gizlice gerçekleştirerek efendiniz beni bile egemenlik ve yaşamdan yoksun bırakmaya çalışıyorsunuz.
25. Ülkemizin kalelerini bağlılıkla koruyanları evlerinden sürüp hepsini aptalca buraya toplayanlar kimlerdir?
26. Başlangıçtan beri bütün uluslardan farklı olarak bize karşı iyi niyet besleyen ve insanın göze alabileceği en büyük tehlikeleri seve seve kabul eden bu insanlara karşı yasa dışı bir şekilde akıl almaz ölçüde kötü davrananlar kimlerdir?
27. Bağlarını gevşetin ve çözün. Yaptıklarınızdan dolayı bağışlanma dileyerek esenlikle evlerine geri gönderin!
28. Atalarımızın zamanından şimdiye kadar devletimize dikkate değer ve engellenmemiş bir istikrar bağışlayan Her Şeye Gücü Yeten ve göklerde yaşayan Tanrı'nın çocuklarını özgür kılın."
29. İşte söylediği şeyler bunlardı. Hemen özgür bırakılan Yahudiler, ölümden kurtuldukları için kurtarıcılarını ve kutsal Tanrı'yı övdüler.
Yahudiler Kurtuluşlarını Kutluyorlar
30. Bundan sonra kral döndüğü zaman hazineden sorumlu olan görevliyi çağırıp yedi gün sürecek bir şenlik için şarap ve gerekli olan başka her şeyi Yahudiler'e sağlamasını buyurdu. Çünkü yıkımlarını bekledikleri sırada kurtulmalarını büyük bir sevinçle kutlamalarının doğru olduğuna karar vermişti.
31. Utanç verici davranışlarla karşılaşıp ölüme yaklaşmış olanlar, acı ve ağlanacak bir ölüm yerine kurtuluş ziyafeti için hazırlıklar yaptılar. Derin bir sevinçle kendi ölümleri ve gömülüşleri için ayrılan yeri kutlama alanı olarak belirlediler.
32. Ağıt yakmayı bırakıp harikalar yaratan Kurtarıcıları Tanrı'yı överek atalarının ilahisini okumaya başladılar. Yas tutmaya ve ağlamaya son verip esenlikli bir sevincin simgesi olarak korolar oluşturdular.
33. Bu olayları kutlamak üzere büyük bir ziyafet verdikten sonra kral aynı şekilde yaşadığı beklenmedik kurtarış için bolca ve devamlı olarak Tanrı'ya şükrediyordu.
34. Daha önce Yahudiler'in yok edilip kuşlara yem olacağına inanan ve bunun için onları sevinçle kayda geçiren kişiler kendileri utanca düştüklerinde için için inlediler ve ateş püsküren cesaretleri aşağılanarak söndürüldü.
35. Daha önce söylediğimiz gibi Yahudiler sözünü ettiğimiz koroyu oluşturup zamanı sevinçli şükran ilahileri ve Mezmurlar eşliğinde bol bol yiyip içerek geçirdiler.
36. Bu olaylar için kendi toplumlarının ve gelecekteki kuşakların uyması için genel bir töre belirledikten sonra daha önce sözü edilen günleri içki ve oburluk için değil, Tanrı'nın onlara sağladığı kurtuluşu kutlayacakları bir bayram olarak benimsediler.
37. Ondan sonra evlerine dönmek için kraldan izin istediler.
38. Böylece kayıt işlemleri kırk gün boyunca, yirmi beş Pakon'dan dört Epifi'ye kadar sürmüştü.
39. Yok edilmeleri için ayrılan ve her şeyin Rabbi'nin merhamet gösterip hepsini zarar görmekten kurtardığı üç gün de, beş ile yedi Epifi olarak belirlenmişti.
40. Ondan sonra geri dönmek için izin istedikleri on dördüncü güne kadar kralın cömertçe verdikleriyle bayram yaptılar.
41. Kral istediklerini hemen kabul edip kentlerdeki generallere verilmek üzere iyi niyetli ilgisini dile getiren aşağıdaki mektubu yazdı:
Ptolemi'nin Yahudiler İçin Yazdığı Mektup
1. "Kral Ptolemi Filopator'dan, Mısır'da ve tüm bölgelerinde bulunan generallere ve devletimin bütün görevlilerine selam ve sağlık olsun:
2. "Biz kendimiz ve çocuklarımız iyiyiz. Büyük Tanrı işlerimizi arzumuza göre gerçekleştiriyor.
3. Kötü niyetli bazı arkadaşlarımız ısrar ederek krallığımızda bulunan Yahudiler'i bir araya getirip birer hainmişçesine acımasız işkencelerle onları cezalandırmamızı isteyip bizi ikna ettiler.
4. Gerekçeleri de şuydu: Bu insanların bütün uluslara karşı kötü niyetli olmaları nedeniyle bunlar yapılmadıkça hükümetimizin sağlamlaştırılmasının olanaksızlığını anlattılar.
5. Bu kişiler de Yahudiler'i köleler ya da daha doğrusu hainlermiş gibi kötü davranışlarla İskitler'in geleneksel tutumlarından daha acımasız bir gaddarlık kuşanarak, soruşturma ve inceleme yapmadan öldürmeye kalkıştılar.
6. Fakat bu eylemlerden dolayı onları çok sert bir şekilde tehdit edip tüm insanlara karşı beslediğimiz acıma duygusu uyarınca yaşamlarını zorla kurtardık.
7. Bir babanın kendi çocuklarına karşı davranışı gibi göklerin Tanrısı'nın kesinlikle Yahudiler'i koruyacağını farkettiğimiz ve atalarımızla bize karşı besledikleri sarsılmaz iyi niyetleri ve dostluklarını da değerlendirdiğimiz için biz adil davranarak onları konusu ne olursa olsun her suçlamadan akladık.
8. Hiç bir yerde onlara zarar vermeden ya da olup bitenler için onları mantıksızca kınamadan hepsinin kendi evlerine dönmelerini buyurduk.
9. Çünkü eğer onlara karşı herhangi bir kötülük tasarlarsak ya da onları en ufak bir şekilde üzersek bizim karşımızda ölümlü birini değil, her güce sahip olan Egemen, yüce Tanrı'nın kendisini yaptıklarımızın öcünü kaçınılmaz bir biçimde alan bir düşman olarak bulacağımızı bilmeniz gerekiyor. Sağlıcakla kalın."
Yahudiler Sevinçle Eve Dönüyorlar
10. Bu mektubu aldıklarında Yahudiler ayrılmak için acele etmediler. Fakat kutsal Tanrı'ya ve O'nun yasasına karşı bilerek günah işleyen Yahudiler'in, hak ettikleri cezayı kendi ellerinden almalarını kraldan istediler.
11. Mideleri uğruna kutsal buyruklara karşı gelenlerin hiç bir zaman kralın yönetimi için içtenlikle davranmayacak ve yararlı olmayacaklarını ileri sürdüler.
12. Bunun üzerine kral söylediklerinin doğruluğunu kabul ederek kraliyet iznine ya da denetimine gerek kalmaksızın krallığının her köşesinde Tanrı'nın yasasını çiğneyenleri diledikleri gibi yok etmeleri için onlara genel yetki verdi.
13. Kralı uygun bir şekilde alkışladıktan sonra kâhinler ve tüm kalabalık "Haleluya" diye haykırarak sevinç içinde ayrıldılar.
14. Yollarına giderken karşılaştıkları yurttaşlarından kirlenmiş olanları herkesin önünde utanç verici bir ölümle cezalandırdılar.
15. O gün üç yüzden fazla insanı öldürdüler. Tanrı'ya karşı saygısız olanları yok ettikleri için bu günü sevinçli bir bayram olarak anmaya karar verdiler.
16. Fakat ölümle burun buruna gelip de Tanrı'ya sımsıkı tutunarak kurtulmuşluğun tadını çıkaranlar, çeşitli güzel kokulu çiçeklerle süslenmiş olarak sevinçle, yüksek sesle, övgü sözleriyle ve her türlü ezgiyle atalarının Tanrısı'na, İsrail'in sonsuz kurtarıcısına şükrederek kentten ayrıldılar.
17. Yerin bir özelliğinden dolayı "Gül taşıyıcı" olarak adlandırılan Ptolemais'e vardıklarında, halkın isteği uyarınca donanmayı yedi gündür kedilerini bekler buldular.
18. Orada kurtuluşlarını kutladılar. Çünkü kral, kendi evlerine varana dek yolculukları için gereken her şeyi cömertçe sağlamıştı.
19. Esenlikle karaya çıktıkları zaman orada kaldıkları sürece bu günleri de aynı şekilde uygun şükranlarla neşeli bir bayram olarak geçirmeye karar verdiler.
20. Bunları kutsal bir sütunun üzerine yazıp bayram alanında bir dua yeri adadıktan sonra sağ salim, özgür ve sevinçten uçarcasına oradan ayrıldılar. Çünkü kralın buyruğu uyarınca hepsi kara, deniz ve ırmak yoluyla kendi evlerine sağ salim götürülmüşlerdi.
21. Onur ve dehşetle bakıldıkları için düşmanları arasında da daha çok itibar gördüler. Ayrıca hiç kimse eşyalarına el koyamıyordu.
22. Ayrıca tutulan kayıtlara göre hepsi mallarının tümünü yeniden elde ettiler. Kim elinde malını tuttuysa büyük korkuyla onlara geri verdi. Böylece ulu Tanrı kurtuluşları için şaşılası harikalar yaratmıştı.
23. İsrail'in Kurtarıcısına sonsuzlara dek övgüler olsun! Amin.
***
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)